Tarihçiliğin mesleksel bir deformasyonu var. Bugün yaşanan bir olaya dair geçmişte yaşanan bir olay arasında bağ kurmak ve benzerlik yakalamak. Dile getirilen “İhbar eden CHP’li, ifşa eden CHP’li, şikayet eden CHP’li, suçlu CHP’li, kendi iç çekişmelerinin sonucunda birbirleri ile hesaplaşanlar yine CHP’li” ifadesi beni 1960 yılına götürdü. DP’nin kapatılması davasına. Olayın ilginç bir seyri var. Anlatmak isterim. İlgi çekeceğini umuyorum.

İzmir Fuarı ve 9 Eylül!
İzmir Fuarı ve 9 Eylül!
İçeriği Görüntüle

27 Mayıs’ın ardından DP ileri gelenleri tutuklanıp Yassıada’da siyasallaşmış bir yargı sürecinden geçerek yargılandılar. Yargının siyasetin emrine girmesi ya da yürütme erkinin yargıyı yönlendirmesi tarihimizde yeni bir şey değil. 27 Mayıs öncesinde DP, 27 Mayıs’tan sonra da askeri yönetim yargıya müdahale ettiler. Yassıada yargılamaları başlamadan önce DP kapatıldı. Hem de bir Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla.

Davayı bir DP’li olan Mustafa Geygel adına avukat Cemal Özbey, 18 Haziran 1960 tarihinde Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtı. DP’nin tüzük hükümlerine aykırı olarak Büyük Kongresi’ni 1955 yılından beri yapmadığını, kuruluş amaçlarından saptığını belirten davacı, birkaç yıldır dava açmak istediğini ama siyasi baskı ortamında dava açamadığını ama “milli inkılabımız” (27 Mayıs) sayesinde bu hakkı kullandığını belirtmekteydi. Geygel 1001 liralık manevi tazminat da istemekteydi. Geygel’in açtığı davaya benzer dava da aynı tarihte yine DP’li bir avukat tarafından Sivas’ta açılmıştı (Milliyet, 19 Haziran 1960).

Davanın açıldığı tarih manidardı. 27 Mayıs darbesinin üzerinden bir ay bile geçmemişti. DP’li bir vatandaşın kendi partisine yönelik böyle bir dava açması kendiliğinden pek mümkün görünmemektedir. İktidara yaranma çabasının bir ürünü olarak görülebilir. Ancak sanırım ondan biraz daha fazlası olsa gerek. Muhtemelen Cemal Gürsel başta olmak üzere 27 Mayıs yönetiminin bir gayreti, teşviki var gibi görünüyor. Üstelik aynı anda açılan iki davanın olması, bu düşünceyi teyit eder görünmektedir.

Dava birkaç ay içinde sonuçlandı. 29 Eylül 1960’da 4. Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi Raif Elmadağlı kararını açıkladı. Mahkemenin darbe koşullarında hızlandırıldığı görülmektedir. Muhtemelen Yassıada yargılamaları başlamadan partinin kapatılması amaçlanmış olmalıdır.

Mustafa Geygel, Çorumlu olup müteahhitti ve DP’ye 1957 yılında girmişti. 29 Eylül tarihli duruşmada Geygel’i avukatı Cemal Özbey, Adnan Menderes’i Kemal Yılmaz temsil etti. Adnan Menderes, kendisinden Yassıada’da alınan ifadesinde bugünkü şartlar altında partinin kapatılmasının uygun olduğunu söyledi. Bu çerçevede hakim, DP’nin feshedildiğini belirtti. Duruşma salonunda eski DP’li Turan Güneş de vardı. Güneş, DP’den ayrılarak Hürriyet Partisi’nin kurucuları arasında yer almıştı. Daha sonra HP, CHP ile birleşmişti. Mahkeme salonunda bulunan Güneş o sırada CHP Genel İdare Kurulu üyesiydi. Hakimin kararının ardından Güneş, “yaşasın adalet” diye bağırdı. Milliyet gazetesi davanın 27 Mayıs’tan önce açıldığını belirtmekteyse de bu doğru değildir. Burada anlaşılan davanın 27 Mayıs’la ilgili olmadığı gösterilmeye çalışmaktadır. Yine Geygel’e göre DP’nin bu hale düşmesinin sorumlusu Celal Bayar’dı (Milliyet, 30 Eylül 1960). Birkaç gün sonra DP’nin feshiyle ilgili hakim Raif Elmadağlı gerekçeli kararı tamamladı. Partinin feshine ilişkin karara itiraz hakkı da vardı (Milliyet, 4 Ekim 1960). Adalet Bakanlığı, Eylül 1962’de DP’nin feshine ilişkin kararın kesinleştiğini duyurdu. Bu süreçte DP’nin malları da hazineye devredilmişti (Milliyet, 9 Eylül 1962). Bu noktada DP’nin, CHP’nin mallarına 1950’nin ilk yıllarında el koymasından sonra, bu kez darbe ortamında DP’nin mallarına el konulmuştur.

DP’nin feshedilmesinin ertesi günü Milliyet gazetesinde yapılan bir değerlendirmede şu görüşlere yer verilmektedir (Milliyet, 30 Eylül 1960):

“Feshi gerektiren hususlardan ‘gayesine aykırı faaliyet’ konusunda belki elan mütereddit olanlar bulunabilir. Fakat Demokrat Partinin kongresini beş yıldır toplamaması herkesin bildiği bir hakikattir. Bu bakımdan kanuni yönden partinin kapatılmasına en ufak bir itirazda bulunmaya imkan yoktur. Hiç şüphe yok ki son demokrasi denemesinde kendisine milletçe büyük ümitler bağlanan bir partinin hayatının bu şekilde sona ermesi siyasi tarihimiz bakımından çok üzücüdür. Hadisenin, partilerini ve ülkelerini şahsi mülkleri gibi idare edecek zihniyetteki müstebit politikacılara vereceği ders tesellimiz olacaktır. Ümidimiz ise DP enkazı altından alnı açık çıkacak dürüst vatandaşlarımızın katılacakları yeni bir partidedir”.

DP’nin mirasçısı olarak bir değil iki parti çıktı. Biri Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi, diğeri ise Ragıp Gümüşpala’nın Adalet Partisi. YTP, uzun ömürlü olmasa da AP, Demirel’in liderliğinde 1965’te tek başına iktidara geldi.

DP döneminin mağdurlarından biri de Akis dergisi sahibi Metin Toker’dir. Hem muhalif kimliği hem de İnönü’nün damadı olması itibarıyla DP’nin otoriter uygulamaları neticesinde hapiste bir hayli zaman geçirmişti. 27 Mayıs’tan sonra bu mağduriyetinin de etkisiyle DP’ye tepkiliydi. Akis dergisindeki yazılarında bunu görmek mümkündür. Ona göre DP kapatılmamalıydı ama eğer kapatılacaksa da Cemiyetler Kanununa muhalefetten de kapatılmamalıydı. Kapatmak için bin gerekçe bulunabilirdi. Bir “ihtilal” ortamında bundan daha başka gerekçe bulunmalıydı. O dönemde siyasal partiler, Cemiyetler Kanununa göre kuruluyordu. Bugünkü Siyasal Partiler Kanununa karşılık gelmektedir. Aslında DP’nin kapatılması için bulunan basit gerekçenin benzerlerini Yassıada yargılamalarında görmek mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu karar, Yassıada yargılamalarının habercisi gibidir.

Sonuç olarak geriye dönüp baktığımızda DP’nin parti üyeleri tarafından şikayet edilmesi neticesinde mahkeme kararıyla kapatılması, bugün CHP’nin kendi üyeleri tarafından mahkemeye verilmesiyle partiye kayyım atanması arasında benzerlik görmek mümkün. Bu süreçte siyasal etki de benzerlik noktasına eklenebilir. Diğer taraftan CHP’deki süreç henüz devam ediyor. Beraberinde yeni bir parti ortaya çıkacak mı? Bekleyip göreceğiz. Ancak herhalde siyasal partilerin bu süreçleri 65 yıl arayla tekrar yaşaması Türk demokrasisi açısından olumlu haneye yazılacak bir durum değildir.