Yeni tip corona virüsün ortaya çıkardığı Covid-19 hastalığı dünya genelinde hızla yayılıyor. Vaka sayısı yüz binleri, ölüm sayısı on binleri buldu. Yayılma hızı herkesi korkutuyor. Bunun nedenleri arasında dünyadaki küreselleşme sürecini de saymak gerekir. Küreselleşen dünya uzakları yakın ettiği gibi, virüsleri de yakın edebiliyor.
 
Şehirlerde hatta ülke genelinde karantina kararları uygulanıyor. Sokağa çıkma kısıtlanıyor. Pek çok iç ve dış hat uçuşları iptal edilmiş durumda… Spor turnuvaları, uluslararası etkinlikler, konserler ve festivaller ya iptal edildi ya da ertelendi. En son Japonya olimpiyatları bir yıl ileriye aldı.
 
Johns Hopkins Üniversitesi'nin derlediği rakamlara göre 24 Mart sabahı itibarıyla virüsün bulaştığı insan sayısı 380 bini, ölüm sayısı da 16 bin 500'ü geçti. Salgının başladığı yer Çin olsa da, son günlerde salgının merkez üssü Avrupa oldu. Avrupa’da da İtalya salgından en çok etkilenen ülke, onu İspanya izliyor… Salgın dünyanın diğer bölgelerine de hızla yayılmakta: Latin Amerika, ABD, Ortadoğu ve tabii ki Türkiye…
 
Son birkaç aylık gelişmelere baktığımızda virüs hızla yayılmakla beraber, virüsle mücadelede bazı ülkeleri başarılı oldukları ve yayılmasını kontrol altına aldıkları da görülmekte. Bazı ülkelerin de mücadelede başarısız oldukları dikkat çekmekte. Karşılaştırmalı olarak bunları değerlendirelim, kim neyi eksik yaptı, kim farklı olarak ne yaptı bunu ele alalım.
 
Virüs ile mücadelede başarılı ülkeler arasında özellikle virüsün ortaya çıktığı yer olan Çin'e coğrafi yakın olmalarına rağmen salgının yayılma hızını ve ölüm oranlarını azaltmayı başaran Asya ülkeleri dikkat çekmekte.
 
Virüsle mücadelede başarılı olan Çin’in bu başarısını, sadece demokratik olmayan bir yönetim biçiminin imkan sağladığı sert önlemlere bağlamak gerçekçi değil. Çin kadar sert olmayan ama etkili önlemler alan ülkeler de var. Nitekim bu etkili önlemler sayesinde Çin’in yakınındaki ülkelerin durumuna bakalım:
 
23,6 milyon nüfusuyla Tayvan'da vaka sayısı 215, can kaybı da 2. Çin ile kara sınırı da bulunan 7,5 milyon nüfuslu Hong Kong'da ise tespit edilen vaka sayısı 356, ölen sayısı da 4. Yaşlı nüfusun da fazla olduğu 120 milyonluk Japonya'da vaka sayısı 1140, ölüm sayısı 42. Nüfusu 50 milyonu aşan Güney Kore’de ise tespit edilen vaka sayısı 9 binden fazla… Güney Kore’de aldığı önlemlerle son günlerde hastalığın yayılmasını kontrol altına aldı. Bu ülkeler üretim kapasitesi yüksek, dinamik devlet ve toplum yapısına sahipler; devlet mekanizmaları ve bürokrasileri güçlü… Virüs karşısında hızlı bir refleks gösterebildiler ve örgütlenme kapasiteleriyle hemen harekete geçebildiler. Etkili önlemlerle virüsün yayılmasını ve ölümleri denetim altına almayı başarabildiler. Aynı başarıyı İtalya, İran ve İspanya gösteremedi…
 
Peki Asya ülkelerinin hızlı, etkili ve yenilikçi politikaları nelerdi?
 
Bunlardan ilki çok sayıda kişiye virüs testi yapabilme kapasitesine sahip olabilmek… Covid-19 semptomu gösteren herkesin test edilmesinin salgının yayılmasının durdurulmasında kilit rol oynadığını söylemek gerekir. Bunu yapabilecek donamına, bilgi birikimine ve hıza sahip olmak son derece önemli… Güney Kore, günde 10 bin kişiye test yapıyor. Güney Kore’nin iki günde yaptığı testi ABD ancak bir ayda yapıyor. Üstelik ABD’nin nüfusu Güney Kore’nin 6 katından fazla…
 
İkinci olarak virüsü taşıyanlar tespit edildikten sonra hızlı bir şekilde tecrit edildiler. Güney Kore ve Çin, salgın karşısında vatandaşlarının takip edilmesi, hastalık belirtisi gösterenlerin virüs testine tabi tutulması ve virüs taşıyanların tecrit edilmesi konusunda son derece başarılı oldular. Tayvan, Singapur ve Hong Kong diğer iki ülkeye nazaran farklı bir yöntem benimsediler. Bu üç ülke virüs taşıdığı düşünülenleri kendi evlerinde tecrit altına aldılar; karantina ihlali durumunda ağır para cezaları getirdiler. Beş ülkenin ortak noktası virüs taşıdığı düşünülen insanların temas ettikleri insanları hızlı bir şekilde ve teknik imkanları da kullanarak tespit ederek (ulaşım ağı, güvenlik kamerası, sözlü mülakat…) saptadılar ve bunları da seri bir şekilde teste tabi tuttular. Yapılan zamana karşı yarıştı ve yine yapılan bir tür dedektiflikti. Örnek verecek olursak 12 Mart’ta Hong Kong'da şüpheli vaka sayısı sadece 445’ti; ama bunların temas kurduğu yaklaşık 15 bin kişiye test yapıldı ve test yapılanların 19'unun virüsü taşıdığı saptandı. Bu hız, virüsün yayılma hızının önüne geçti.
 
Üçüncü olarak sözünü ettiğimiz Uzak Doğu ülkeleri, virüs karsında hızlı bir şekilde hazırlanıp harekete geçebildiler. Dolayısıyla onlar salgının toplumun büyük bölümüne yayılmasından önce gereken önlemleri alıp kitleselleşmesini önlediler. Salgının erken aşamasında harekete geçmek için hazır olabilmek ve bunu hızlı bir şekilde yapabilmek kilit bir önem taşıyor. Uzat Doğu ülkeleri bunu yapabildiler. Bunun arkasında geçmiş deneyimlerden ders çıkarmak da var. Örneğin Tayvan 2003’teki SARS salgını deneyimi ile hazırlıklı ve örgütlenmiş durumdaydı; anında salgına müdahale edebildi. 2003 salgını sırasında oluşturulan kontrol merkezi bünyesinde bazı araştırma ve devlet kurumları bulunmaktaydı ve bunlar, tatbikatlara ve yeni araştırmalara imza atmaya devam etmekteydi. Uzak Doğu ülkelerinin salgın karşısında hazırlıklı olmaları, onlara erken ve anında müdahale edebilme fırsatı yarattı. Avrupa ülkeleri ve ABD ise aynı durumda değildi. Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin salgın karşısında hazırlıklı olmaması, harekete geçmekte ağır kalmalarına yol açtı.
 
Ülkeler arasındaki farkı anlamak açısından dikkat çekici bir örnek de, salgının Vuhan’da çıktığı ve henüz insandan insana geçtiğinin anlaşılmadığı bir dönemde bile Tayvan, Çin’in bu şehrinden gelen tüm yolcuları sağlık taramasından geçiriyordu. Hong Kong ise 3 Ocak'ta gümrük kapılarına termal kamera yerleştirdi ve hemen akabinde ülkeye gelen tüm turistlerin 14 gün karantinaya almaya başladı. İlave olarak Vuhan’a seyahat eden ve hastalık belirtilerini gösteren herkesi takip altına aldı. Bu sözünü ettiğimiz ülkeler Çin ile yakın teması olan ülkelerdi; salgından ilk ve en çok etkilenebilme riskini barındırıyorlardı.
 
Dördüncü olarak önemli konu sosyal mesafeyi korumak… İlk üçte söz ettiklerimiz devletlere ait sorumluluklardı. Dördüncü sırada sözünü ettiğimiz konusu ise topluma/halka ait bir konu… Hastalık ülkeye girdikten sonra kontrolü zor, yayılmasını engellemek kolay değil. Bunun karşısında devletler kadar topluma da görev düşüyor. Hong Kong ve Tayvan’da “sosyal mesafe” uygulamasına geçildi. Hong Kong’ta Ocak ayı sonundan itibaren halka evden çalışması çağrısı yapıldı; okullarda eğitime ara verildi ve tüm sosyal etkinlikler iptal edildi. Singapur’da ise okullar tatil edilmedi ama öğrenci ve eğitimciler günlük olarak izlendi, dersler yapıldı ve dikkatle gözlendi.
 
Beşinci olarak, dördüncü maddede olduğu üzere toplum ile devletin birlikte koordineli olarak götürebileceği bir konu, hijyen meselesi… Yine burada da sorumluluk büyük ölçüde topluma ait. Uzak Doğu ülkeleri 2003 SARS deneyimiyle ellerin temiz tutulması, sıklıkla yıkanması ve hijyen seviyesinin yüksek tutulmasının salgının yayılmasını önleyeceğinin farkındaydılar. Singapur, Hong Kong ve Tayvan gibi Uzak Doğu ülkelerinde sokaklarda antibakteriyel jellerin bulunduğu istasyonlar var. İlave olarak maske kullanımı oldukça yaygın bir uygulama olarak dikkat çekiyor.
 
Avrupa’nın eski ülkeleri, Katolik coğrafyanın geçmişin ihtişamını yaşayan ama dinamizmini yitirmiş İtalya, İspanya gibi ülkeleri salgın karşısında son derece ağır ve hantal kaldılar. Burada sorumluluk devlete ait olduğu kadar topluma da ait. Şanlı geçmişleri olan (İtalyan kent devletleri, İspanya’nın sömürge imparatorluğu gibi…) ve bunun rehaveti içerisinde olan bu toplumlar, deyim yerindeyse gafil avlandılar. Benzeri bir durum ABD için de geçerli. Gerçi ABD bir devlet dinamizmine ve kapasitesine sahip olmakla beraber, en büyük iki handikabı Trump gibi popülist bir lidere sahip olması ve sosyal devlet yapısının zayıflığı… İspanya’da huzurevlerinde ölen insanların varlığı ve bunlara karşı devlet ve toplumun çaresizliği/duyarsızlığı Avrupa medeniyetinin ciddi bir sorunu olarak önümüzde duruyor. İran da köklü tarihi olan ama dinsel dogmatizm ile geçmişteki devlet mekanizmasını tahrip eden yeni rejim dolayısıyla bir hayli zorlanan ülkelerin başında gelmiyor. Merak ettiğim ülkelerden biri de Almanya… İlk belirtiler dinamik Alman toplumunun ve devlet kapasitesinin sorunun üstesinden gelmekte çok da zorlanmayacağı ve Almanya’nın başarılı olacağı yönünde…
 
Türkiye ise, ara ara tökezlese de başarılı bir sınav veriyor. Burada topluma ve devlete düşen görevlerin karşılıklı olarak yerine getirilmesi, hızlı ve etkili çözümler üretilebilmesi bir zorunluluk olarak kendini gösteriyor. Dinsel hurafeler ve şanlı geçmiş sizi salgından korumuyor. Çözüm dinamik devlet ve toplum yapısında, devlet kapasitesinin etkin kullanımında –ve bunun tahrip edilmemesinde, hurafelerden değil, bilimden çözüm beklemekte… Ve elbette ki salgın kapıya gelip dayanmadan hazırlıklı olabilmekte…
 
Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52019620