Ben bir kız çocuktum ama en çok kovboyculuk oynamayı severdim.

Sırtında gezdirirdi.

O at olurdu ben de Kızılderili.

Sobayla ısınan odanın içinde, çığlıklar atarak dönerdik.
Odaya, soba üzerinde yanan portakal kabuklarının kokusu sinerdi.

Bu kokuyu ne zaman duysam babam gelir aklıma…


Mandolin dersi aldığım evin kapısında beni beklerken, soğuktan bıyıkları donardı. Lapa lapa kar yağarken, bir yerlerde, elleri ceplerinde, nefesinden buğu çıkan birini görsem babam gelir aklıma.


Akşamları işten gelince yatak odasındaki gri yağlı boya ile boyanmış külüstür dolap üzerinde aritmetik problemleri çözerdik. Daha okula gitmeden öğretmişti çoğunu bana.

Nerede tebeşir kokusu duysam babam gelir aklıma.


Ben mandolinden sonra kemana geçince, en çok o gururlanmıştı. Samsun’da keman bulunmayınca İstanbul’dan getirtmişti özel olarak. Ben, aylarca gıcırtılı sesler çıkarırken, o sanki Brahms çalıyormuşum gibi huşu içinde beni dinlerdi.

Ne zaman bir keman sesi duysam, babam gelir aklıma.


Yıllar sonra burs sınavını kazanıp, Amerika’ya bir yıllığına, okumaya gideceğimi duyunca, yüzünde, sevinç, gurur, endişe, hatta korku ile karışık bir gölgelenme olmuştu.

Gideceğimden bir gün önce, benimle konuşmak istedi.

Bir kumsaldaydık, güneş batmak üzereydi.

17 yaşındaydım. Bana çeşitli öğütler verecek diye bekliyordum. Çok uzun süren bir sessizlik oldu.
Sesi titredi.
Bana döndü sadece :

‘’Seni, sana emanet ediyorum kızım’’ dedi.

Ne zaman zora düşsem, hatta yere düşsem babamın o güveni gelir aklıma.

BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...