Avrupa, 16. Yüzyıldan beri coğrafi sınırlarının dışına taşıyor. Aslında bunu daha önce de, Haçlı Seferleri sırasında da yapmıştı. Haçlı Seferlerinin ardında dinsel iddialar olsa da Doğunun zenginliklerine sahip olma isteği de etkiliydi. Moğol istilası ile birlikte Doğu dünyasının tahribatında ciddi etkisi olan Haçlı Seferleri, geri püskürtülse de, 16. Yüzyıldan beri sürmekte olan Avrupa yayılmacılığı geri püskürtülemedi. 

Avrupa’nın 500 yıllık yayılmacılık tarihinde ilk ve kalıcı adım, 16. Yüzyılda oldu. Vasco de Gama, 1498’de Kalküta’ya vardığında, “Kimsiniz ve ne istiyorsunuz?” diyen yerli halka, “Hıristiyanım ve baharat istiyorum” demişti. Amerika kıtası koloniciler için bomboş sayılırdı. Yerliler ya pagandı ya da göçebe… Onlar da insan sayılmazdı zaten. Bu meşruiyet, 19. Yüzyıldaki ikinci dalga yayılma aşamasında ırk teması üzerine şekillendi. Beyaz adam, geri (sarı ya da siyah ırkı) elbette sömürme ve yönetme hakkına sahipti. Ellerinden toprakları, zenginlikleri ve kaynakları alındı. Dilleri ve dinleri de Avrupalı sahipleri gibiydi artık. Üçüncü dalga yayılma 20. Yüzyılın sonunda başladı; halen de devam ediyor. Batı dünyası, teröristleri destekleyen diktatörlere karşı savaşarak (!), yayılmacılığını sürdürüyor. Bu arada yalanlar, algı yönetimleri işin içine giriyor. Batı dışı dünyaya silahlı müdahalenin bir nedeni terörle mücadele ise, bir diğer nedeni de kimyasal/biyolojik silahlarla mücadele… 

Kimyasal silahlar ya da terörle mücadele tezgahı, hem Irak ve hem de Afganistan’a müdahalede kullanıldı. Gerçekte var mıydı kimyasal silah? Örneğin Saddam Irak’ında? Yoktu… Zaten araştırmak, somut bulgulara ulaşmak için çok da çaba harcanmadı. Bu bahane edilerek Saddam devrildi. Irak parçalandı, milyonlar insan öldü, ülkenin zenginlikleri yağmalandı. Saddam, İran ile savaşırken Halepçe’de kimyasal silah kullandı. Ama o zaman Saddam, İran’a karşı Batı’nın müttefiki idi; o silahları kendileri vermişti ve kullanmasına da ses çıkarmamışlardı. 

Irak’ta kimyasal silah olduğu yalanını ortaya atarak Irak’a müdahale edenler, sonra pişkinlikle, “E ne yapalım diktatör Saddam’dan kurtulduk” dediler. Bugün de Irak’taki olaydan hiç ders çıkarmadan Suriye için aynı tezgahı kuruyorlar. Suriye’de kimyasal silah olabilir mi? Olabilir. Buna karar verecek kim? Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü… Lahey (Hollanda) merkezli örgüt, hükümetler arası bir kuruluş. Bu kuruluş, gider inceler, araştırır, kimyasal silah kullanmış mı bakar, tespitini yerinde yapar. Alelacele bu örgütünün incelemesini ve kararını beklemeden müdahalenin anlamı ne? 

Birincisi Esad rejiminin Suriye’de –Rusya ve İran’ın desteğiyle- kazanıyor oluşu… Batı, bunu hazmedemiyor. İkincisi Trump, tipik bir Cumhuriyetçi olarak saldıracak yer arıyor. Irak’a saldıran Bush da Cumhuriyetçiydi. Silah ve petrol şirketlerine rant yaratma derdinde… Yeni hayat sahaları, yeni sömürülecek alanlar, satılacak yeni silahlar… 

İşin bir başka üzücü tarafı ise, coğrafyadan emperyalizme işbirlikçi çıkması… Miraç gecesi, ABD-İngiltere-Fransa bloğu halkı Müslüman bir ülkeyi bombalıyor. Diğer Müslüman ülkeler alkış tutuyor. Ha gerekçe ne? Suriye kendi Müslüman halkını öldürüyormuş. Evet öyle… Ama bunun çözümü bu mudur? Müslüman, Müslüman’ın kurdudur sözü geçerli Ortadoğu’da. Düşmanı dışarıda, sadece emperyalizmde aramayalım. Ya içerideki Müslüman’ı kendinden görmeyip öldürülmesine göz yumana, ya da buna yardakçılık edene ne demeli? Suudi Arabistan, uzun zamandır Yemen’i bombalıyor. Buna niye ses eden yok? Bu coğrafyada herhalde öldürülen 10 Müslüman’dan 9’unu bir başka Müslüman öldürüyordur. Silahlar emperyalizmden tabii ki…

İçerideki sorunu görmediğimiz sürece, bütün faturayı emperyalizme kestikçe bu coğrafyada yara kanamaya devam eder. Oysa pusula bellidir; uzun zamandır bizim de ihmal ettiğimiz şey: Mustafa Kemal’in yolu…