Ülke olarak geçen günlerde yine karpuz gibi ikiye bölündük. Her alanda bir uzay tartışması aldı başını gidiyor. Hatta tartışmalar pilot veya astronot Alper Gezeravcı'dan önce uzay yörüngesine oturdu. "Cumhuriyet'in 100'üncü yılında Ay'a sert iniş yapacağız" vaadi olmayınca ücret karşılığında taşıyan bir uzay aracıyla ilk Türk uzaya ayak bastı. O ayak basma olayı beraberinde olur olmaz tartışmaları ortaya çıkardı. Şahsi fikrim, uzaya gidilmesine karşı değilim. Başkasının teknolojisi yerine kendi yaptığımız araçlarla gitmek herkes gibi benim de isteğim olurdu. Ama bu uzay bir bilim dalı. Bu bilim dalı biz de  daha yeteri kadar hak ettiği değeri bulmadı, bulamadı. Uzay, toplum olarak merak ettiğimiz önemli bir konu. Millet olarak, yıllarca uçan daire kovaladık. Olmadık yerlerde gördük, fotoğraflarını çektik. Uzaylılar diye bir canlı grubunu hep kabul ettik veya tartıştık. Aslında bizim uzay kavramına bakış açımız masum bir şekilde televizyonun hayatımıza girmesiyle başladı. Çocukluğumuzun çizgi film ve dizileri uzayı bize hayal ettirmenin ötesine taşımıştı. Uzay Yolu ve Apollo 13 gibi diziler çocukluğumuzun vazgeçilmez izlenceleriydi. 

Seçim sonuçlarını nasıl okumalıyız? Seçim sonuçlarını nasıl okumalıyız?

UZAYA SİNEMAYLA GİTMEK!
Uzay sinema ve dizi sektörü için hep önemli bir konu oldu. Dünyadaki bu akım, Türkiye'de de sinema ve dizi sektöründe kendini gösterdi. Bizi uzayı sevdiren isimler oldu bu ülkede. Mustafa Topaloğlu'nu yıllarca uzaylı sıfatıyla tanımadık mı? Yıllarca bu sektöre verdiği hizmetlerden dolayı belki de uzaya gitmeye en çok hak eden Topaloğlu'ydu. İşin şakası bir yana, Uzaylı Zekiye'den tutunda Turist Ömer Sadri Alışık'ın uzay filmleri bu dünya dışı mekanı bize hayal ettirmeyi yıllarca başardı. Yakın geçmişte Cem Yılmaz'ın çektiği GORA gibi filmler uzay kavramını bize biraz daha profesyonel sundu. İş biz Türkler açısından bu hafta film ve senaryo olmaktan çıktı ve ilk kez bir Türk vatandaşı uzaya yolculuk gerçekleştirdi. Yazımızın başlığında olduğu gibi "Bir Türk uzaya giderse" ne mi olur? Ülke ikiye bölünür. Bir tarafta gözü kapalı her şeyi savunan, karşı tarafta dibine kadar muhalefet karşılıklı horoz kavgasına dönüşür. Sanırım bu son yıllarda bilinçli seçilen bir yol. Yani iki tarafı tartıştırmak. Belki de asıl tartışılması gerekenleri tartıştırmamak. 

Son cümle: "Bazen nereye gittiğinizin bir önemi yoktur. Ne götürdüğünüz önemlidir. Ve gittiğiniz yerden ne getirdiğiniz..."