Vaktin zamanında bir gün dört kelebek, bir ateş ile karşılaşmışlar ve ateşin ne olduğunu öğrenerek bilmek istemişler. İlk kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve aydınlık verdiğini keşfetmiş. Arkadaşlarının arasına dönüp, ateş aydınlatıcı bir şey, demiş. İkinci kelebek, bu bilgiyle yetinmeyerek biraz daha fazlasını öğrenmek istemiş ve arkadaşlarının yanından ayrılarak biraz daha yaklaşmış ateşe, böylece ısındığını fark etmiş. Hemen dönüp, ateş aynı zamanda ısıtıcı bir şey demiş, arkadaşlarına. Üçüncü kelebek ise daha fazlasını öğrenmek isteyerek diğerlerine nazaran biraz daha fazla yaklaşmış ateşe ve neticesinde kanatlarının yandığını hissetmiş. Arkadaşlarının yanına dönüp, ateş aynı zamanda yakıcı bir şey, demiş. Sonuncu kelebek ise daha da fazlasını öğrenmek isteyerek daha da fazla yaklaşmış ateşe. Önce aydınlığı görmüş, sonra ısındığını fark etmiş, sonra yanmaya başlamış ve durmayıp biraz daha yaklaşınca yok oluvermiş. Ateşin ne olup ne olmadığını sadece o kelebek öğrenmiş ama dönüp anlatamamış. Ateşi ancak onunla hemhal olup içinde kaybolan bilir. Tıpkı aşk gibi! O yüzden gerçek aşkı tadanlar, asla anlatamamışlardır!”

Aşkı, hele hele ilahi aşkı, kelimelerle anlatmaya çalışmak, onu bir güzel katletmektir. Bazı şeyler asla kelimelerle anlatılamaz. Çünkü sözcükler yetersiz kalır. Israrla anlatılmaya çalışılır ise değeri kaybolur.

Işık ve sevgiyle kalın!