“Seyit Onbaşı; Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale cephesinde vatanı için çarpışan binlercesi gibi bir Türk askeri…

O; cephaneliklerin boşaldığı, cephede ise her şeyin iyice tükendiği, yılgınlığın ve umutsuzluğun baş gösterdiği bir sırada, hem arkadaşlarını hem de vatanını kanının son damlasına kadar savunmak için tek başına asla yapılamaz denilen bir işi, tahminen iki yüz yetmiş altı kilo ağırlığındaki mermiyi sırtına vurup taşıyarak topun ağzına sürmeyi başardı. O topla düşman gemilerinden en önemlisi batırılarak savaşın kaderi değiştirildi.”

Koca Seyit’e atfedilen bu hikaye, oldum olası vatan ve millet sevgisiyle yanan bizleri çok etkilemiştir. Bu hikaye, bizlere insanın inançla sınırları yıkıp geçebildiğini, imkansız görünen her şeyi mümkün kılabildiğini, mükemmel bir şekilde ispatlıyor.

Seyit Onbaşı, bilindiği üzere hiçbir zaman top mermisini kaldırıp savaşın seyrini değiştirdiğini anlatmamıştır.

Tam on bir yıl sonra Atatürk Havran’a gelmiş ve nahiye müdürüne:” Burada Seyit Onbaşı olacaktı, benim onu görmem lazım.” demiş. Nahiye müdürü şaşırmış tabii ki, Seyit Onbaşının nerede ve hangi köyde oturduğunu bilmiyor, kim olduğundan da emin değil… Ertesi gün jandarmalarla birlikte aramalar başlar; ama sonuç alınamaz. Çünkü Seyit Onbaşı dağa kendisi için kömür çıkarmaya gitmiştir. Akşam damının önünde jandarmaları görünce ürker ister istemez. Çıkardığı kaçak kömür yüzünden ceza alacağını düşünüp dönüp tekrar dağa dönmeye yeltenir. Jandarma Seyit Onbaşı’ya Kaçma diye seslenir.

 Koca Seyit dönüp “Suçum ne ki, niçin evimi bekliyorsunuz?”diye sorar.

Paşa seni çağırıyor, der jandarma.

Hemen gidelim o halde, diye cevap verir Seyit Onbaşı; ama Ankara’ya nasıl gidecek? Elde avuçta bir şey olmamasının yanı sıra ayağında ki çarık bile yırtık pırtık. Üstü başı dökülüyor. Bu perişan hali ile Ankara’ya gidip Komutan Paşasının karşısına çıkamaz ki.

Jandarma sanki düşüncesini okur, Paşa seni Havran’da bekliyor, der. Seyit Onbaşı bu habere çok memnun olur. Koca Seyit Nahiye müdürünün yanına götürüldüğünde Nahiye müdürü görür ki Seyit Onbaşı’nın üstü başı perişan, saç sakal birbirine karışmış. Gece vakti birini bulup tıraşını yaptırır, kendi ceketini de üzerine giydirir ama kolları kısa kalır; önü de kavuşmaz haliyle. Bu halde çıkarırlar Koca Seyit’i Atatürk’ün karşısına.

Hoş geldiniz Paşam, der Seyit Onbaşı.

Asıl sen hoş geldin, der Atatürk. İki gündür seni bekliyorum neredeydin?

Dağdaydım paşam, keçilerimin yanındaydım diye karşılık verir Koca Seyit.

Ne iş yaparsın sen?

Çobanlık ederim Paşam.

Koca Seyit’in her isteğini yerine getirmek arzusunda olan Atatürk, Ne istersin, diye sorar. Sen savaşın seyrini değiştirdin. Bu millet sana borçlu. Ne istediğini söyle. O zaman da sorduk sana: çift tayın yemek isterim, dedin ama iki gün sonra onu da istemedin, iade ettin, yemedin. O vakit sana maaş bağlayalım.

Olmaz der, Koca Seyit. Biz, o gün görevimizi yerine getirdik. Maaş almak için yapmadık.

Seyit Onbaşının bu yüce gönüllüğünü, terbiyesini, gücünü, inancını ve insanlığını her zaman örnek almak zorunluluğunda olmamız gerek.

Her insan bu dünyaya bir amaç için gelir.  Seyit Onbaşı kendini bir amaca adamış besbelli. Üstelik yaşamak uğruna değil, ölmek pahasına.

İnsan inandığında, inancını kendine amaç edindiğinde ne çok şey başarabilir aslında değil mi? Seyit Onbaşı her yönüyle ne güzel bir insanmış sahiden. Bunu hangi parayla satın alabilir, hangi okulda öğrenebilirsin ki?

İnanç en güzel motivasyondur. Hiç birimiz göründüğümüz bedenlerden ibaret değiliz. Elbette amaçlarımız var. Maksat hayat amacımızı, bu hayata ne için geldiğimizi, neye hizmet ettiğimizi bulmak ve gerçekleştirmek. Koca Seyit’in hikayesini okuduğumuz gibi, hayatı da okumalı, hayat amacımızı bulmalıyız.

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşları ve şehitlerimizin aziz hatıraları önünde minnet, himmet ve şükran duygularım ile eğilirim.

Işık ve sevgiyle kalın!