Malatyalı olan annem ve babam Cumhuriyetimizin ilk öğretmenlerinden.
Annem Sivas Öğretmen Okulunu, babam ise Elâzığ Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Malatya merkezde göreve başlamışlar.
1930 yılında evlenmişler ve her ikisi de İsmet Paşa Nahiyesine (şimdiki Yeşilyurt) atanmış.
Anılarını, yaşadıklarını zaman zaman bize anlatmaktan büyük keyif alırdı babam.
1945 yılı sonbaharına kadar '15' yıl kaldıkları orada öğretmen ile yöre halkı arasındaki sevgi ve saygıdan gözleri adeta parlayarak sevinç içinde söz ederdi.
O geçen günleri sanki yeniden yaşarcasına;
''Nahiyenin tek ana yolu üzerinde sağlı sollu dükkanları bulunan esnaf biz öğretmenler geçerken kapısı önünde oturanlar hemen ayağa kalkar ve ''Muallim Bey Geçiyor!'' ya da ''Muallime Hanım Geçiyor!'' diye selamlarlardı.
Çocuklarına elimizden gelen her tür eğitimi veren bizlerin de onlara sevgisi ve saygısı sonsuzdu'' derdi.
Esnafın 'Muallim Bey Geçiyor' diye ayağa kalkması eğitime, eğiticiye verilen toplumsal önemin ve değerin bir parçasıydı.
Mustafa Kemal Atatürk daha İstiklal Savaşı bitmeden 'Öğretmenler Şurasını' toplamış ve ülkenin ilk cumhurbaşkanı olduğunda ise 'Millet Vekili Maaşının Öğretmen Maaşını Geçmemesini' istemişti.
Kendilerini tümüyle eğitime veren öğretmenler o yıllarda ve onu izleyen yıllarda ülke şartlarında yoksul bırakılmadılar.
Günümüz öğretmenlerine vatandaşın ve ülkenin verdiği şimdiki değerle kıyaslandığında aradaki büyük farkı görmemek mümkün değil.
İkinci Dünya Savaşının zor yıllarında eğitim ordusunun en önemli unsuru olan öğretmenlerimize devletimizin zeytinyağı, makarna ve kumaş gibi bazı yardımları da olmuştu.
Devlet düzeninin, özellikle eğitimin aksamaması için yapılan yerinde bir uygulamaydı.
Daha ileriki yıllarda İnönü'yü suçlamak için bu yardım konusunu bile oy için kullanan acizler olmuştu.
Annem verilen kumaştan ihtiyacı olan tayyör-etek diktirmiş ve her gün okula giderken forma gibi onu giyiyordu.
İsmet Paşa Nahiyesi halkı ile çok yakın ilişki kurmuş olan anneme yoğurt, süt ya da meyvelerinden gönderdiklerinde kaplarını boş göndermez mutlaka zeytinyağı ya da makarna koyardı.
Her hafta sonu yöre bayanları ile bir araya gelir, onların dertlerini, sorunlarını dinleyen, sohbet eden annem büyük bir keyif alırdı bu birliktelikten.
Sonuçta o yılların öğretmenleri ülke şartlarında maaş aldıklarından ve tayin edildiklerinde uygun olan harcırahları da sağlandığından ek gelir için destek işler aramıyor, pazarda limon satmıyor, kendini tümüyle eğitime adıyordu.
Ülkemizin eğitim ordusunda öğretmen gibi öğretmen olanlar şimdi aramızda değil.
Ulusumuza ve topluma çok önemli katkıda bulundular.
Topraklarında aydınlıklarıyla huzur içinde uyusunlar...