2018 sonrasında Türkiye düşük yoğunluklu bir ekonomik kriz ortamına girdi. Bu, Millet ittifakının oluşmasıyla birlikte muhalefetin İstanbul ve Ankara’yı kazanabilmesine imkan sağladı. Elbette seçimin kazanılabilmesinde belirlenen adaylarının doğru seçilmesi de etkiliydi. O tarihten günümüze kadar Türkiye’nin sorunları artarak devam etti. Covid 19 salgını, sayıları 10 milyonu aşan mülteci, 6 Şubat depremi ve faizi düşürme iddiasıyla sürdürülen heterodoks iktisat politikalarının da etkisiyle artan ekonomik kriz ve hayat pahalılığı ortamında 2023 seçimleri yapıldı.

Türk siyasal yaşamının en önemli sorunlarından biri olan cepheleşme siyaseti son yıllarda da devam etmektedir. Cumhur ittifakının adayı zaten belliydi: Erdoğan. Ancak yakın zamana kadar Millet ittifakının adayının kim olacağı belli değildi. Sadece tahminler vardı… İmamoğlu, Yavaş ve Kılıçdaroğlu’nun isimleri geçmekteydi. Bu muhtemel adayların seçimle şansları ve sonrası hakkında 21 Aralık 2021 tarihinde, bundan bir buçuk yıl önce Ege Meclisi’nde “Millet İttifakının İkilemi” başlığı ile şunları yazmıştım:

“En geç bir buçuk yıl içerisinde seçim var. İktidar için bu Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sisteminin tekrar onaylanması olarak değerlendirilecektir. Muhalefet açısından da sistem değişikliğinin onaylanması olacaktır. Ülkedeki ekonomik kriz ortamı ve siyasal tıkanmışlık, demokratik kriz ortamı muhalefet için koşulları son derece uygun kılıyor. Hatta bundan daha iyi koşul olamaz denebilir.

Mevcut koşullar Millet İttifakı açısından koşulları son derece olumlu kılsa da içerisinde bir ikilemi de barındırıyor. Öncelikle Cumhur İttifakı adayı Erdoğan karşısında seçimi kazanmaları gerekiyor. Bunun için de Erdoğan’ın karşısına karizmatik ve seçim kazanma ihtimali yüksek, Millet İttifakı bileşenlerinin ve seçmen tabanının oyunu alabilecek ‘ortak’ bir adayda uzlaşmaları şart. İkinci bir Ekmeleddin Vakası yaşanmaması gerekiyor. Gerçi Millet İttifakı bu hataya düşmeyecek bir deneyime sahip. 2019 yerel seçimlerinde kazanılan başarı bu deneyimin sahaya yansımasını temsil ediyor.

Millet İttifakının seçimi kazanmak için, kazanabilecek karizmatik bir adayla yola çıkması gerekiyor ama bu adayın seçimi kazandıktan sonra parlamenter demokratik sistem çerçevesinde sembolik bir cumhurbaşkanına dönüşmesi gerekiyor. İkilem, hem karizmatik bir adayla seçim kazanmak hem de bu adayın sonradan sembolik hakem/tarafsız bir cumhurbaşkanına dönüşmesinde… Karizmatik adaylar olarak an itibarıyla en uygun adaylar İmamoğlu ve Yavaş iken, sistemi dönüştürüp sembolik cumhurbaşkanı olmaya en müsait kişi ise Kılıçdaroğlu… Millet İttifakının bu ikilemi nasıl aşacağı meselesi, başarının anahtarı olacak. Çözüm yolu elbette Millet İttifakı liderlerinin bir araya gelerek aynı masada çözümü konuşmaları… Ancak ülke genelinde seçmen tabanının kimi istediğine de bakmayı ihmal etmemeleri gerekiyor”.

Seçim süreci yaklaştıkça muhalefet cephesinin adayı hakkında tartışmalar daha da arttı. Zaman daraldıkça yaşanabilecek sorunlara ilişkin 3 Ekim 2022 tarihinde yine Ege Meclisi’nde “Kazanabilecek adayı belirleme yöntemleri” adlı yazımda bir öneride bulunmuştum:

“Hiç şüphesiz yakın dönüm Türkiye tarihinde 6 liderin bir araya gelebilmesi ve bir demokrasi ittifakı yapabilmeleri, bunun aylardır bir masa etrafında toplanabilmeleri büyük bir başarıdır. Güçlendirilmiş parlamenter sistem vurgusu ve uzlaşması son derece önemli. Ancak son derece yetersiz. Devamı gelmeli. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyoruz. Nitekim bu durum iktidarı da bir hayli zorluyor. Yakın tarihimiz ekonomik krizlerin iktidarları mutlaka götürdüğünü söylüyor. 1989-91 krizleri ANAP’a, 1994 krizi DYP-SHP’ye ve 2001 krizi DSP-MHP-ANAP’a kaybettirdi. Eğer muhalefet bloku kriz karşısında çözüm üretemez, seçmene umut olamazsa, tarihimizde ilk kez iktidar ekonomik krize karşı bile seçim kazanabilir.

Seçmen parlamenter demokrasinin yeniden inşası kadar işsizlik, ekonomik kriz, yolsuzluk, liyakatsizlik, yandaşların kollanması, göçmen sorunu gibi konularda muhalefetin farklı ve somut çözümler ortaya koyduğunu görmek isteyecektir. Gelecekteki güzel günler noktasında seçmen ikna olmazsa, Dimyata pirince gitmeyip evdeki bulgurla yetinebilir. Bu sosyal ve ekonomik sorunların çözülmeyip daha kaotik bir sürecin bizi beklediği düşüncesi seçmeni ürkütebilir.

Aday belirlemenin zorluğu ortada. Altılı masada adayda uzlaşamayıp tıkanırsa, tüm partililerin katıldığı bir ön seçimle adayını belirlemek ister mi acaba? Daha yakın zamanda İngiltere’de Muhafazakar Parti kademeli bir önseçimle adayları yarıştırarak başbakan seçti. Benzer bir şeyi altılı masadaki liderler tıkanma anında deneseler iyi bir demokrasi dersi olmaz mı? Düşünsenize 3 milyon civarında partili oy kullanarak cumhurbaşkanı belirliyor. Sanırım bize demokraside sınıf atlatacak bir deneyim olur.

Muhalefet cephesinde seçimi çantada keklik görmenin yanılgıya yol açabileceğini söylemek gerekir. Macaristan deneyimi bunu açık bir şekilde göstermektedir. 1908’de İttihatçılar iktidara geldiklerinde somut bir reçete ortaya koymamışlardı. Meşruti demokrasinin, hürriyeti ilan etmenin bütün sorunları çözeceğine inanıyorlardı. II. Abdülhamit gidecek bütün dertler bitecekti. Ancak hiç de öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Dolayısıyla Erdoğan’ın gitmesinin ve parlamenter demokrasinin bütün sorunları çözeceğini iyimser bir şekilde ummak yanıltıcı olabilir. Kara ya da pembe bir tablo çizmekten ziyade gerçekçi bir tablo ortaya konmalıdır”.

Bu yazımı okuyan CHP üst düzey yöneticilerinden ahbabım önseçim önerime şu yanıtı vermişti:

“- Hocam önseçimden Kemal Bey çıkmaz. Ekrem ya da Mansur çıkar”.

Parti üst yönetimi ülkedeki siyasal, ekonomik koşulların zorluğu nedeniyle Erdoğan karşısında kim olursa olsun kazanacağı fikrindeydi. Geçmişte hani “Odunu göstersem seçilir” deyimi vardı, onu hatırlatırcasına… Anket şirketleri de Erdoğan karşıtı seçmenin % 55-60 bandında olduğu, HDP’nin de desteğinin alınması halinde seçimin rahatlıkla kazanılacağı fikrini pompalamaktaydı. Ancak seçmenin fikrini soran yoktu. Gelecek iktidardan ne bekliyorsunuz, Erdoğan karşısında kimi aday göstermek istiyorsunuz? Bu ve benzeri eğilim yoklamaları seçmenin İmamoğlu ya da Yavaş’tan yana olduğu şeklindeydi. HDP’nin desteğinin aşırı önemsenmesi, İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarının kaybedilmek istenmemesi Kılıçdaroğlu’nu öne çıkardı. Geçen yılın son aylarında CHP üst düzey yöneticilerinden bir dostumla yemek yedik. Konuştuğumuz konuların başında elbette adaylık meselesi gelmekteydi. Ben Kılıçdaroğlu’nun iyi bir Cumhurbaşkanı olacağına ama kazanma şansının zayıflığına ve Erdoğan’ın karşısında en makul aday olarak Kılıçdaroğlu’nu görmek istediğine dikkat çekerken, eşim çok daha net bir şekilde “Kemal Bey, Erdoğan karşısında kesinlikle kazanamaz” dediğinde, CHP üst düzey yöneticisi “Bunu duymamış olayım hocam” dedi. Evet, sanırım hem Kemal bey hem de etrafı rüya gördüler ya da rüya görmeleri sağlandı. Belki de ikisi birden…

Oysa Meral Akşener, uzun süre kazanabilecek aday vurgusu yapmıştı. Bu dolaylı olarak Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacak aday olduğunun ifadesiydi. Ancak 6’lı masa çeşitli konuları ayrıntılı olarak aylarca tartışırken aday belirlemeyi ve bunu en azından masanın gündemine gizli olarak dahi almayı gerçekleştirmedi. CHP’liler Kemal Bey’den yana kararlıydı. Meral Hanım direnen tek kişiydi. Diğer 4 parti –ismi var kendi yok-, çokça milletvekilliği karşısında Kemal Bey’i onaylayacak durumdaydı. Bu durumda arıza çıkaran tek kişi Akşener oldu. Mart ayı başında masadan kalktığında ciddi saldırılara maruz kaldı. Ne faşistliği kaldı ne de 1990’lı yıllardaki İçişleri Bakanlığı döneminde yaptıkları… Akşener’e yapılan çirkin saldırıların benzerleri İnce ve Oğan’a da yapıldı. Erdoğan’ı ve Cumhur ittifakını demokratik olmamakla ve otoriterlikle, muhalefete tahammülsüzlükle suçlayan muhaliflerin bir bölümünün de onlardan çok farkı olmadığı görüldü. Oysa biraz akıl ve mantık, sağduyu ile birleştiğinde hem ilk hem de ikinci tur için bu tavırların olmaması gerektiği açıktı. Ancak Erdoğan karşısında kolay zafer kazanılacağı inancı ve 21 yıllık Ak Parti iktidarı, muhaliflerin önemli bir bölümünü gerçeklikten kopardı. Göz göre göre bu sonuca ulaşıldı. Aslında sıklıkla kullandığım bir benzetmeye benziyor durum; Marquez’in Kırmızı Pazartesi’si.

Önseçimden bile çıkamayacak –yani kendi partililerinin bile seçmeyeceği- bir adayda ısrar etmek hataların en büyüğü idi. Üstelik ülkeye demokrasi getirme iddiasındaki muhalefetin aday belirleme yöntemi demokratik değildi. İngiltere, ABD gibi ülkelerde parti içi yarışların ve rekabetin nasıl olduğu ortada iken, Türkiye’yi demokrasi noktasında Batı ligine taşıma iddiasında olanların samimiyetsizliği aday belirlemede açık bir şekilde kendini gösterdi. Sözde masa 6 liderden oluşuyordu ama dördünün siyaseten hiçbir ağırlığı yoktu ki. Toplasan Yeniden Refah Partisi kadar ( % 2,8) oy alamayacak partiler bol keseden milletvekilliği karşısında Kılıçdaroğlu’na evet dediler. Diğer tarafta kamuoyu anketlerinin gazına gelindiğini belirtmeliyim. Durumun liderler içerisinde bir tek farkında olan ve bunu elinden geldikçe dile getirmeye çalışan Akşener’di. Yediği linçe rağmen direnç gösterdi. Masaya Yavaş ve İmamoğlu’nun oturmasını sağladı. Ancak aday belirlemede gücü daha fazlasına yetmedi. Yalnızlaştırılmıştı zaten. Macaristan seçimlerinde muhalefetin Orban karşısında düştüğü durumun benzerine düşüldü.

Diğer taraftan bir başka sorun da CHP’nin tarihi köklerinden kopmasıydı. Bu, aslında uzun zamandır işleyen bir süreç. CHP’nin iki temel ideolojik ayağı var. Birincisi, içerisinde 6 ok’u da barından Cumhuriyetin kurucu değerleri, diğeri ise sosyal demokrasi. Bugünün CHP’si hem ideolojik olarak ve hem de gösterilen adaylar bakımından köklerinden uzaklaşmış durumda. Atatürk’ün adı neredeyse hiç anılmazken –anıldığında da inandırıcı olmazken- Atatürk’ün kurucusu olduğu partide Atatürk’e ve Kemalizm’e ırkçı diyen isimler aday yapıldı. Fethullah Gülen hakkında övücü makalesi olan (2016 tarihli ve Gülen’i püritenizmle ilişkilendiriyor), Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının merkezi Taraf gazetesinde yazılar yazan Yüksel Taşkın İzmir 1. Bölge 1. Sıradan aday yapıldı. Üstelik Taşkın yeni CHP’li de değildi yıllardır Genel Başkan Yardımcısı konumundaydı. Gösterilen adaylar içerisinde liberal solcu, etnik kimlikçi, Atatürk ve Cumhuriyetle sorunlu isimler diz boyu. Diyojen gibi elimize fener alıp gündüz vakti Atatürkçü ve Atatürk’le barışık sosyal demokrat arasak bulamayacak haldeyiz.

Ortalama Türk seçmeni yok sayıp, oradan buradan oy devşirmenin sonu hüsran oldu. CHP’nin 6 ok’undan birinin milliyetçilik olduğunu ve bunun ırkçı bir temele değil, bütün etnik unsurları kapsayıcı bir özelliğe sahip olduğunu görebilmesi için Özdağ ve Oğan’ın uyarısına ihtiyacı olmamalıydı. Ancak yine atı alan Üsküdar’ı geçti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin laik demokratik bir Cumhuriyet olabilmesinde CHP rol almak istiyorsa öncelikle CHP’nin kendi fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor. CHP’nin fabrika ayarları dediğimde, Cumhuriyetin kurucu değerleri/6 Ok ve çağdaş sosyal demokrasiden söz ediyorum. Atatürk’ün tanımladığı sınırlar çerçevesinde laik bir milliyetçilik anlayışı bu ülkenin vazgeçilmezidir. CHP elbette kendini güncellemelidir ancak bunu köklerinden kopmadan yapmak zorundadır. 1965 sonrasında yaptığı gibi… CHP 100 yıldır yaşıyorsa bunu köklerinden kopmadan ve zamanın ruhunu yakalayarak kendini güncellemesine borçlu. Köklerinden kopmak onu sıradan bir parti konumuna düşürecektir. Oysa O, devlet kuran partidir. Köklerinden kopmak ya da sadece geçmişte yaşamak O’nu sıradanlaştıracaktır. CHP, Yahya Kemal’in deyimiyle “Kökü mazide olan ati” olmak zorundadır.

Bugün gelinen noktada Erdoğan nasıl kazandı diye düşünmeden önce muhalefet nasıl kaybetmeyi başarabildi diye sormak gerekir. Erdoğan’ın ekonomik krize, sayıları on milyonu geçen mülteciye ve daha birçok soruna rağmen kazanabilmesinde faturayı seçmene kesmek haksızlıktır; sorumlu bizzat muhalefetin kendisidir. Elbette seçim sürecinde yaşanan baskılar, sayısı bilinmeyen sayıda kişilere verilen vatandaşlıklar da vardır.

Sonuç olarak tarih bunca olumlu koşula rağmen muhalefetin nasıl kaybetmeyi başarabildiğine odaklanacaktır. Ekonomik krizin iktidarları devirdiği tezinin istisnalarının olabileceği görülmektedir. Burada yanlış aday, aday belirlemede izlenen yöntem, seçimin kolay kazanılacağına dair hayal aleminde olunmasına, rüya görülmesine yol açan gerçeklikten kopuş ve Türk milletinin hassasiyetlerini görmezden gelmek en başta sayılması gerekir.

Diğer taraftan halkın Erdoğan karşısında görmek istediği aday değil, Erdoğan’ın kendi karşısında görmek istediği aday, aday yapıldı. Kaybetmek kaçınılmazdı. Seçmene değil, seçmene rağmen gösterilen adaya ve aday gösterenlere kızmak daha yerinde olacaktır.

Çinli bilgenin dediği gibi çay demleyip içtikten sonra –yaşananlardan ders çıkarıp- yeniden yola çıkma zamanıdır.

Not: Bu makale,  20 Mayıs 2023 Cumartesi günü yazılmış olup, yayınlanması için ikinci tur sonuçlarının belli olması beklenmiştir.