CHP’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde uğradığı yenilginin çoğunlukla şaşırtıcı olduğu söylense de dönemin basını ve arşiv belgeleri incelendiğinde, seçim yenilgisinin belirtileri açık bir şekilde hissedilmektedir. Her şeyden önce basının büyük bir bölümü ve aydınların çoğunluğu DP yanlısıdır. Toprak Mahsulleri Vergisi ve Yol Vergisi gibi uygulamalar köylü kesimlerinin DP’ye yönelmesinin başlıca nedenlerindendir. Ekonomiye yönelik devlet müdahaleciliğinin –Varlık Vergisi dahil- iş çevrelerini rahatsız etmesi, bu kesimlerin DP’ye sempati duyması neticesini beraberinde getirdi. 1950 seçimleri öncesinde DP, işçilere grev hakkı tanıyacağını vaat ederek bu kesimin desteğini büyük ölçüde aldı. Çünkü CHP işçilere grev hakkı vermenin zamanının gelmediği fikrindeydi. Bu noktada DP, CHP’nin daha ilerisinde ve liberal bir parti görünümü çiziyordu. DP, iktidara geldiğinde işçilere grev hakkı vaadini tutmadı. CHP ise, muhalefete düştükten sonra, 1950’li yıllarda işçilere grev hakkını vaat etmeye başladı.

DP, kendinden önce kurulan iki partiden (TpCF ve SCF) farklıydı. Öncelikle iç ve dış siyasal konjonktür farklıydı. Kurucu ve destekçi kadro, CHP’yi dengeleyecek durumdaydı: Eski başbakanlardan Celal Bayar ve Cumhuriyet döneminin uzun yıllar genelkurmay başkanlığını yapmış olan Fevzi Çakmak. Gerçi, sonraki yıllarda Çakmak, DP ile yollarını ayıracaktı; ama, netice itibarıyla bu süre içerisinde maksat hasıl olmuş, DP’ye kitlelerin güven duyması sağlanmıştı. 1950 seçimleri öncesinde pek çok aydın (Ahmet Emin Yalman, Nadir Nadi, Halide Edip Adıvar…) DP’ye yönelik destek sağlamakta, kimi bürokratlar (Yargıtay Başkanı Halil Özyörük dahil) ve Milli Mücadele kahramanları (Ali Fuat Cebesoy, Sinan Tekelioğlu…) DP’ye katılarak seçimlerin galibini işaret etmekteydiler. Ayrıca Tek Parti Dönemi’nin klasikleşmiş marşı olan 10. Yıl Marşı’nın yazarları, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar da CHP’nin karşısında, DP’nin yanındaydılar. Buna basın da eklendiğinde seçimler öncesinde hemen her şeyin CHP’nin aleyhinde olduğunu söylemek mümkündür.

CHP iktidarı ise 1950 seçimlerine giderken tüm bu olumsuz koşullara rağmen seçimleri kazanacağından emindi. Ne de olsa İkinci Dünya Savaşı kazasız belasız atlatılmıştı; ülkenin başında uluslararası saygınlığı olan İsmet İnönü gibi bir lider vardı.

Yine de İnönü’nün partililerinden farklı olarak yenilgiye hazır olduğu söylenebilir. Nitekim seçim kampanyası çerçevesinde İnönü, Mayıs ayının ilk günlerinde İzmir’e geldi. Demirkonak’ta (Alsancak) gazetecilerle yaptığı sohbette son derece neşeliydi ve sonuçlar nasıl olursa olsun kabulleneceklerini ifade etti: “… bundan bir hafta sonra seçimlerin neticesi ne olursa olsun kadere boyun eğmek lazım gelecek…” diyen İnönü, muhalefete geçmenin de kendisi açısından bir sorun teşkil etmediğini söylüyordu. İnönü’nün söylediklerinin bazıları şöyle idi:

“İktidarda iken bütün tenkidlerinize tahammül ediyorum. Hele bir karşınıza geçeyim de görün bakayım. Ben bu mevkie yumuşak koltuktan gelmedim. Hep mücadele ede ede, uğraşa uğraşa geldim. Bu davada tutacağım yol şudur:

Hesapsız sabır, hiçbir güçlük karşısında eğilmeyen sebat”.

Seçim akşamı (14 Mayıs) İnönü, Çankaya’da parti yöneticileri ve ailesiyle birlikteydi. Özden İnönü Toker, İnönü’nün gündelik hayatta yeni duruma uyum sağlamaya odaklandığını şöyle anlatmaktadır:

“Babam, hemen annemin yanına geldi oturdu. ‘Ne kadar zamanda taşınırız?’ diye sordu. Annem ‘Hemen, çabuk taşınmaya başlarız’ diye cevap verdi. Arkasından babam merak ettiklerini sordu. ‘Otobüse bineceksin değil mi?’ Annem: ‘Tabii Paşam.’ ‘ (İnsülin) İğnemi de sen yapacaksın.’ Annem gülümseyerek ‘Yaparım Paşam’ dedi. O zaman babam için mesele kalmadı ve rahatladı. Kalkıp salonun içinde yürümeye başladı. Aklında sorular olunca hep öyle yapardı... Bir hafta kadar sonra da Pembe Köşk’e taşındık.”

Seçimler sırasında yurtdışında olan Erdal İnönü, babası İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta (16 Mayıs 1950) şu değerlendirmeyi yaptı:

“Dün sabah erkenden Ömer’in çoğunluğu kaybettiğimizi bildiren telgrafını aldım. Akşam gazetelerinde biraz havadis vardı. Malatya’dan seçildiğinizi, fakat genel sonucun 150’ye 300 civarında olduğunu yazıyordu. Geçmiş olsun! Ne kadar ihtiyatlı beklenmiş olursa olsun gene bir şok tesiri yapmıştır herhalde. Umarım şimdiye kadar hepsi geçmiş, neşeniz yerine gelmiştir.

Tafsilattan haberim yok tabii. Bir haberde seçimlerin gayet muntazam geçtiğini, büyük birçokluğun seçimlere katıldığını okudum, çok sevindim. Asıl başarı bu. Netice itibarıyla memleketimizde demokrasi olduğunu dünyaya ispat edecek kesin olay, düzgün, hadisesiz bir iktidar partisi değişmesi geçirmekti. Bunu yapabilirsek, bu seçimlerin hakikatte en büyük zaferimizi ilan ettiği anlaşılacak. Gerisinin ne ehemmiyeti var, canınız sağ olsun.

Ankara’dan kaybettiğinize (eğer doğruysa) de hiç aldırmadım. Büyük şehirlerin iktidarı tutmadıkları umumi kaide aşağı yukarı. Başka demokrasilerde liderlerin baş şehirlerden seçildiğini sanmıyorum.

Bir defa da muhalefet liderliğini tecrübe etmek mukaddermiş demek. Bunun da başka bir tadı olacak herhalde. Memlekete hayırlı olsun, inşallah Demokrat Parti iktidarı bir duraklama devresi olmaz, yürümekte olduğumuz ilerleme yolunda sendelemeyiz.

Yeni Meclis ne zaman toplanıyor acaba; o zamana kadar sıkıntılarınız bitmeyecektir. Bir an evvel toplansa da dinlenecek hale gelseniz. Rahat rahat dinlendiğinizi, keyfinizin yerinde olduğunu duymaktan büyük sevinç duyacağım!”

Erdal İnönü’nün babasına gönderdiği mektuptan İsmet İnönü’nün seçimleri kazanmayı umduğu ama kaybetme ihtimalini de gözden uzak tutmadığı anlaşılmaktadır. İsmet İnönü, oğluna yazdığı 22 Mayıs 1950 tarihli mektupta ise şu değerlendirmeyi yapmaktaydı:

“Seçimi fena nispette kaybettik. 69 yer alıyoruz (487) içinde. Amma bu systeme majoritaire’in (Çoğunluk sistemi) en aksi tecellisidir. Oya iştirak edenlerin yüzde 40’ını almış bulunuyoruz. Birçok illerde, 1000, 2000, 4000, 10.000 farkla, hatta 400, 500 farkla kaybettik. Nispi temsilde 6/4 yer alacaktık.

Niçin kaybettik? İnsaflı, insafsız binbir sebebi var. Fakat en başta geleni değişiklik arzusudur. Bu da milletlerin hem masum, hem tabii bir arzularıdır. En sıkıntılı zaman, kaybolmuş bir seçimden sonra geçen bir haftadır. Şimdi bu bitti, iki gün sonra yeni cumhurbaşkanı ve hükümet seçilecektir. Saat 18.30’da da ben yeni cumhurbaşkanını tebrik edeceğim. Bu bir hafta, çok şükür sarsıntısız geçmiştir.

Beş seneden beri, politikacılar benim için nasıl bir düşmanlık havası yaratmaya çalıştılar, bilirsin. Seçimin neticesini alır almaz her yerden bize karşı sempati duyulmaya çalıştı. Hatta yanlış bir şey yapıldığı hissinin halkta göründüğünü söyleyenler bile var. Bunların ehemmiyeti yalnız bir noktadadır:

O da İnönü ailesine karşı düşmanlık telkini muvaffak olmamıştır; itibarımız içeride, dışarıda artmıştır. Taşıdığınız adla haklı olarak iftihar edeceksiniz.

Bu seçim, memlekette yeni bir hayat tarzı kurmak için giriştiğimiz teşebbüste ne kadar ciddi ve samimi olduğumuzu ispat etmiştir. Memleket için, hepimiz için şeref olmuştur”

İsmet İnönü’nün seçimi kaybetme nedenleriyle ilgili söyledikleri yüzeysel kalmakla beraber çoğunluk sistemiyle ilgili yaptığı tespit yerindedir. Ancak yine belirtmek gerekir ki çoğunluk sistemi CHP iktidarının eseriydi.

Turan Güneş’in belirttiğine göre, DP iktidarını, kitleler “15 Mayıs sabahı çirkin karılarını bile güzel yapacak bir mucize” olarak karşılamışlardı. Görüldüğü üzere DP’den kitlelerin beklentisi büyüktü.

14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra İsmet İnönü’nün siyasal hayata dair ilk beyanatı Malatyalılara teşekkür etmeye yönelikti. Söz konusu beyanatta İnönü, “Malatya tarihinde bir cumhurbaşkanı yetiştirmek ve ondan sonra muhalefet partisinin bir başkanını bu memlekete temin etmek hazzı bulunacaktır” demekteydi. İnönü’ye göre muhalefet liderliği, Tek Parti Dönemi boyunca üstlendiği görevlerden daha az önemli değildi.

İsmet İnönü, CHP lideri olarak 18 Kasım 1953 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada “İnsanlar (iktidardan) düştükleri zamanlarda şerefle, vicdan huzuru ile vatandaş arasında göğsünü gere gere dolaşacak vaziyette olmalıdır. İnsanlar iktidara geldikleri zaman şaşaalarıyla ölçülmez, düştükleri zamanki itibarıyla ölçülür” dedi.

Gerçekten de İnönü’nün dediği gibi mesele iktidarda kalmak değil, itibarda kalmaktır. Daha açık söylemek gerekirse iktidarda iken itibarda kalmak kolaydır, ama muhalefette iken itibarda kalmak kolay değildir. İnönü, bunu başarabilmişti. Aynı başarıyı bir başka 15 Mayıs sabahı başkalarının da başarabilmesini dileyelim.