Atatürk’ün ön gördüğü çağdaş toplumun temeli, kadınların karar veren, yöneten ve söz sahibi bireyler olarak yükselmesidir. 5 Aralık 1934, Türk kadınının yalnızca sandığa değil, ülkenin geleceğine yön verme hakkını kazandığı tarihsel bir dönüm noktasıdır. Aynı zamanda Cumhuriyet’in modernleşme idealinin, eşit yurttaşlık anlayışının ve toplumsal dönüşüm iradesinin en somut göstergelerinden biridir. Bu tarih, kadınların siyasal hayata yalnızca “dahil edilmesi” değil, devletin kurucu felsefesi içinde özne olarak tanınmasının da simgesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kadın hakları konusunda birçok Batı ülkesinden daha önce cesur ve köklü adımlar atmıştır. 1930’da belediye seçimleri, 1933’te muhtarlık ve ihtiyar heyetleri, 1934’te ise milletvekili seçme ve seçilme hakkı… Bu süreç, reform değil devrim niteliği taşır. Unutmamak gerekir ki Türkiye’de kadınlar, Fransa’dan, İtalya’dan, İsviçre’den çok daha önce parlamentoya girme hakkını kazanmıştır. Bu durum, Cumhuriyet’in kadın konusundaki yaklaşımının ne kadar ileri görüşlü olduğunu açıkça ortaya koyar. Ancak 5 Aralık’ı yalnızca bir tarihsel kazanım günü olarak anmak eksik olur. Bu gün aynı zamanda bir sorumluluk günüdür. Çünkü haklar, yalnızca verilerek korunmaz; yaşatılarak, savunularak ve derinleştirilerek anlam kazanır.
Bugün kadınların siyasal temsili, aile içindeki konumu, toplumdaki görünürlüğü gibi konularda nitelik bakımından bulunan sorunlara hep birlikte çözüm üretmeliyiz. Kadınlar siyasette çoğu zaman vitrin figürü olarak konumlandırılmakta, karar alma mekanizmalarına gerçek anlamda dahil edilmemektedir. Şiddet, eşitsizlik, ücret adaletsizliği, siyasette ve akademide cam tavanlar hâlâ kadınların önünde durmaktadır. Olumsuzluklar bir tarafa Cumhuriyet’in açtığı yol, yalnızca siyasal haklarla sınırlı kalmamış; kadınların bilimden yönetime, sanayiden akademiye uzanan geniş bir alanda öncü olmasını sağlamıştır. İlk kadın muhtar Gül Esin Aydın’dan, dünyadaki ilk kadın savaş pilotlarından Sabiha Gökçen’e; 1935’te Meclis’e giren ve daha sonra Yassıada’da yargılanan kadın milletvekillerinden, ilk kadın Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’ya, Türkiye’nin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller’e kadar uzanan bir başarı zinciri oluşmuştur. Bilimde Doç. Dr. Canan Dağdeviren gibi genç kuşak bilim insanlarımız uluslararası arenada çığır açan çalışmalara imza atarken, tam da bugünlerde Prof. Dr. Fatma Deniz’in Berlin Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne seçilmesi, Türk kadınının evrensel ölçekteki yetkinliğinin en güncel kanıtıdır. Tüm bu örnekler, Atatürk’ün işaret ettiği gibi Türk kadınının yalnızca bir “yurttaş” değil, Cumhuriyet’in kurucu ve taşıyıcı öznesi olduğunu açıkça göstermektedir. Bugün kadınların eğitime erişimi, istihdama katılımı, siyasette etkin rol alması bir lütuf değil, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin doğal sonucudur. Kadın cumhuriyetin nesnesi değil öznesidir.
5 Aralık, geçmişte kazanılmış bir hakkın anılması kadar, geleceğe verilen bir söz olarak da okunmalıdır. Bu söz; kadını yalnızca “korunan” değil, karar veren bir özne olarak gören bir toplum idealinin sözüdür. Bugün Türkiye’nin her alanında emek veren, üreten, düşünce ortaya koyan, mücadele eden kadınlar; 1934’te açılan yolun yaşayan mirasçılarıdır. Bu mirası korumak, geriletmemek ve ileri taşımak ise yalnızca kadınların değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü 5 Aralık’ın ruhunu en iyi şekilde özetlemektedir: “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.” Bu söz, yalnızca bir övgü değil; aynı zamanda tarihsel bir hedef, toplumsal bir ideal ve bitmeyen bir mücadelenin özeti olarak bugün de yolumuzu aydınlatmaktadır.




