CHP’nin tek başına iktidar olduğu yıllar 1923-1950 arasındaki 27 yılı kapsamaktadır. Türkiye tarihinin en uzun süreli iktidarıdır. Atatürk ve İnönü’nün toplam iktidar süresini içermektedir. Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti ise, 2002’den 2028’e kadar toplamda 26 yıllık bir iktidara sahip olacaktır. AK Partinin neredeyse CHP’nin tek parti dönemindeki iktidar süresine sahip olacak olması kayda değer. Diğer taraftan Erdoğan toplam başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı süresi de neredeyse Atatürk ile İnönü’nün toplam süresine eşit olacak.

1950’de demokratik bir seçimle tek parti yönetiminin sonra ermesinin ardından CHP’nin tekrar umut olabilmesi 1957 seçimleri ve sonrasında olabildi. Bu seçimlerde CHP’nin oyu % 41’i gördü. DP oyları da % 48’e geriledi. Aradaki makasın kapanmasının önündeki en büyük engel 1957 seçimlerinde iktidar tarafından muhalefetin işbirliğinin önlenmesi oldu. Üstelik bu seçimlerde bir takım seçim yolsuzları yaşandı. 1946 seçimleri ölçeğinde olmasa da, seçim sonuçlarını olumsuz yönde etkilediği açıktı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi, DP’yi iktidardan uzaklaştırdığı gibi, CHP’nin de darbeyle özdeşleşmesine yol açtı. Bu da 1961 seçimlerinde CHP’nin oy kaybetmesine yol açtı. CHP, 1961 seçimlerinden oy kaybederek çıksa da kıl payı da olsa birinci oldu. Cumhuriyet döneminin ilk koalisyon hükümetini de CHP ile AP kurdu. Bu dönemin koalisyon hükümetlerinin ardından 1965’te AP Demirel’in liderliğinde tek başına iktidara geldi.

1960’lı yıllar Türkiye’si, yakın dönem Türkiye tarihinin en özgürlükçü dönemlerinin başında gelmektedir. Bunda 1961 Anayasasının da büyük etkisi vardır. Ancak aynı yıllar siyasal gerilimlerin, sağ-sol çatışmasının tırmandığı ve ordunun siyasetten elini çekmediği yıllardı. 1924’te ordu siyasetin dışına çıkmış ve 1960’a kadar da siyasetin dışında kalmıştı. 1960’da cin şişeden çıkmış ve ordu içerisinde cuntalar kaynamaya başlamıştı. Talat Aydemir’in iki darbe girişimi de (1962-1963) İnönü’nün başbakanlığı döneminde bastırılmıştı. İnönü kademeli bir şekilde ordunun siyasetten elini çekmesine büyük katkı sağlamıştı. Ancak bu ordunun tamamen siyasetten elini çektiği anlamına gelmemekteydi. Nitekim takip eden süreçte ordu içerisinde 9 Martçı bir cunta ortaya çıkmış, 12 Mart 1971’de sağ tandanslı ve büyük ölçüde emir komuta zincirinde bir muhtıra verilmiş, Demirel Hükümeti devrilmişti. 12 Mart döneminin ara rejiminden çıkış, 1973 yılının ilk aylarında Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığının Ecevit ve Demirel eliyle engellenmesiyle mümkün olabilmişti. Ecevit ve Demirel’in anlaşmasıyla Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildi. Ekim 1973 seçimlerinde CHP, 1961 seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti oldu; % 33’lük bir oyla 185 milletvekili çıkardı. AP ise % 29 oy aldı. İki büyük partinin kimin başbakan olacağı meselesi dahil olmak üzere anlaşamaması, Ocak 1974 tarihinde CHP-MSP koalisyonunu beraberinde getirdi. Siyasal pragmatizm eseri olarak ortaya çıktığı ve tarihsel bir yanılgıya dönüştüğü ifade edilen Ecevit-Erbakan koalisyonu, 9 aylık kısa ömründe Kıbrıs Barış Harekatı gibi tarihsel ve büyük bir eyleme imza attı. Dolayısıyla bu hükümet, yakın dönem Türkiye tarihinin en dikkat çekici hükümetlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Kıbrıs Barış Harekatı’nın yapılması Ecevit’e muazzam bir karizma kazandı. Ecevit de, geçinemediği Erbakan ile koalisyonu bozarak ülkeyi erken seçime götürmeyi ve tek başına iktidara gelmeyi hayal etti. Ancak Millet Meclisi’nde Ecevit’in seçim kararı aldıracak bir çoğunluğu yoktu. Kamuoyu baskısı da seçimleri erkene yetmedi. Çünkü daha seçimlerinden üzerinden bir yıl geçmişti. Ecevit, ısrarla erken seçim talebinde bulunurken Demokratik Parti ile de hükümet kurmaya yanaşmadı. Oysa kurulacak hükümetle bir yıl sonra erken seçime gitmek yine Ecevit’e yarardı. Ecevit’in siyasi gerçekliğe dayanmayan erken seçim ısrarı ülkeyi 200 gün hükümetsiz bıraktığı gibi, Mart 1975’te AP’nin ve Demirel’in öncülüğünde Milliyetçi Cephe hükümetinin kurulmasına yol açtı. Bu, ülkedeki siyasal kutuplaşmayı daha da artırdı ve sağ bir blok da doğurdu. Ecevit’in erken seçim ısrarı bir işe yaramadı. Kurulan MC hükümeti, Haziran 1977’ye kadar devam etti. Ekim 1977’de yapılması gereken seçimler sadece 4 ay öne alınabildi. Eğer Ecevit istediğinde erken seçim yapılabilseydi muhtemelen CHP tek başına iktidara gelebilirdi. Ancak Millet Meclisi’nden erken seçim kararının çıkmasına imkan yoktu. Diğer partiler Ecevit’in yükselen karizmatik kimliğinin sandıkta oya dönüşeceğinin farkındaydı ve milletvekilliklerinin bir bölümü kaybederek CHP’nin tek başına iktidara gelmesini istemiyorlardı. Elbette kendi açılarından haklıydılar. Ecevit’in sıcağı sıcağına Kıbrıs Barış Harekatının ardından erken seçim istemesi de kendi açısından haklı olsa da gerçekçi değildi, hayalperest ve şairane bir yaklaşımdı.

1975-1977 yılları arasında başarılı bir muhalefet performansı sergileyen CHP, 5 Haziran 1977 genel seçimlerinde tarihinin en yüksek oyunu almasına rağmen (% 41.9), 450 milletvekilinden ancak 213’ünü kazanabildi. Tek başına hükümet kuracak çoğunluğa erişemedi. CHP, 1957 seçimlerinin ardından ilk kez % 41 bandını gördü. Bu seçimler Kıbrıs Barış Harekatından 3 yıl sonra yapılmıştı. Oysa seçimler Ecevit’in istediği dönemde yapılabilmiş olsaydı muhtemelen CHP’nin oyları % 50 bandına ulaşabilirdi. CHP 1977 genel seçimlerinde aldığı % 41 oyu, Aralık 1977 tarihindeki belediye seçimlerinde de tekrarladı. Bu seçimlerden sonra CHP uzun yıllar bir daha yerel ve genel seçimlerde birinci parti olamadı. Bunun için 47 yıl geçmesi gerekti; CHP ancak 31 Mart 2024 belediye seçimlerinde % 37 ile birinci parti olabildi.

Türkiye’nin terör, ekonomik kriz, ambargo, siyasal istikrarsızlık ve siyasal kutuplaşmalar yaşadığı bu dönemde ne CHP’nin ne de AP’nin kurduğu hükümetler başarılı olabildi. Ülke pupa yelken 12 Eylül askeri darbesine gitti.  

Ecevit’in 5 Haziran 1977 seçimlerinin ardından kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamadı; Demirel de Ecevit’in koalisyon önerisini reddetti ve MSP ve MHP ile İkinci MC Hükümeti’ni kurdu. 31 Aralık 1977 tarihinde gensoru ile düşürülen bu hükümet döneminde, siyasal gerilim giderek tırmandı ve siyasal cinayetler arttı. II. MC Hükümeti’nin düşürülmesi ile CHP, AP’den transfer edilen 11 milletvekilinin desteği neticesinde zorlukla bir hükümet kurdu. Ancak, terör büyük boyutlara ulaşmış, ekonomik ambargo ve döviz darlığı nedeniyle karaborsa, enflasyon ve ekonomik bunalım artmıştı. Halk bunların çözümünü beklerken, küresel ekonomik krizlerle beraber sorunlar katlanarak büyüdü. Faili meçhul cinayetler hızla arttı. Mevcut durum CHP hükümetinin itibarını yitirmesine yol açarken, 1979 sonbaharında yapılan milletvekili ara ve senato kısmi seçimlerinde oy kaybetmesine neden oldu. CHP yerini Demirel azınlık hükümetine bıraktı. Demirel, MSP ve MHP’nin dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümeti kurdu ve 12 Eylül 1980’e kadar da iktidarda kaldı. Bu hükümet döneminde aylarca Cumhurbaşkanı seçilemeyişi var olan diğer sorunların üzerine eklendi. Çünkü Nisan 1980’den Eylül ayına kadar aylarca ve yapılan 115 turda cumhurbaşkanı seçilememişti. Ayrıca 24 Ocak 1980’de kabul edilen neo-liberal ekonomik politikaların uygulanmasının ancak otoriter bir ortamda uygulanabilecek olması, partilerin, kitlelerin ve sendikaların göstereceği tepkilerin ortadan kaldırılması 12 Eylül darbesinin nedenleri arasında sayılmalıdır. 12 Eylül askeri darbesinin yapılmasını kolaylaştıran bir başka unsur da, uluslararası konjonktürdü. Bu noktada İran ve Afganistan’da ABD ve Batı karşıtı güçlerin iktidara gelmesi, Türkiye’deki müdahalenin önünü açtığı söylenebilir.

CHP kanadında 12 Eylül askeri darbesi, CHP’nin gerileyişinin nedenleri arasında sayılır. Bu kısmen haklı olmakla beraber, CHP’nin başarısızlığının nedenlerinin başında kurduğu hükümetin başarısız olması gelmektedir. Nitekim 1979 milletvekili ara ve senato kısmi yenileme seçimlerinde sandığa yansımıştır. CHP oyları % 30 bandına gerilemiştir. CHP’lilerin deyimi ile CHP uzun yıllar % 30’luk cam tavanı kırıp geçemediler. Bunu CHP 47 yıl aradan sonra ilk kez 31 Mart 2024 seçimlerinde yapabildi. Benzer hatalara düşmeden ve benzer deneyimlerden dersler çıkararak, 100 yıllık tarihinin hakkını vermek şüphesiz CHP’nin görevidir. Tarihçi olarak hatırlatmak da bizlerin görevidir. Faturayı seçmene kesmemek, kabahati kendine aramak esastır. Çözüm yolu da sandıktır. CHP, 1977 seçimlerinde radikal solun “Tek Yol Devrim” söylemine itibar etmeyerek “Tek Yol Oy” demişti. Sanırım seçmene güvenmek ve ona layık olmak gerekiyor.Tek Yol DevrimTek Yol Oy