13.yüzyılda kervan yollarının kesiştiği önemli bir merkezdi Kayseri. Şehir, bu yüz yıldan sonra Alimler Şehri olarak anılmıştır. O dönemde önemli bir bilim ve sanat merkezi olan Kayseri’de Selçuklu döneminde Avrupa’da ki üniversitenin karşılığı olan on beş kadar medresenin olduğu bilinmektedir.
Bu topraklarda Selçuklu Devleti Hükümdarı 2. Kılıçarslan’ın hüküm sürdüğü dönemde, hükümdarın bilgisi ve cesaretiyle bütün Anadolu da tanınan kızı, Kadın Sultan Gevher Nesibe yaşardı. O zamanlar Selçuklu hanım sultanları ata binip, ava çıkar, örtüsüz gezerlerdi. Selçukluda zengin kadınların başlarına mücevher taçlar koyduğunu ama halktan kadınların örtüsüz gezdiğini o dönemden kalan çizimlerden biliyoruz.
13.yüzyılda Avrupa’da ruh sağlığı hastaları uzak adalara sürülüp ölüme terk edilirken, Gevher Nesibe Kayseri’de onları su ve müzikle tedavi edilebilecekleri bir şifahane, yani hastane yapılmasını düşünecek kadar büyük bir uzak görüşlülüğe sahipti.
Kayseri’deki medreseler arasında tıp medresesi ve şifahane olarak yapılan bu çifte medrese Anadolu’daki ilk tıp merkezi olarak bilinmektedir. Bu medrese, Gevher Nesibe Sultan’ın kendi parasını kardeşi 1. Gıyaseddin Keyhüsrev’e verip vasiyet etmesiyle yaptırılmıştır. 2800 metre kare alanı kapsayan Gevher Nesibe Şifahanesi dünyadaki ilk tıp fakültelerinden biridir. Bina 1204 yılında Mimarbaşı Üstat tarafından tasarlanmıştır. Bir bölümü akıl hastanesi olarak kullanılmıştır. Binanın kış aylarında sıcak su buharıyla ısıtıldığına dair kanıtlar bulunmuştur.
Bu hastanenin en önemli özelliklerinden biri de müzikle terapi yapılıyor olmasıydı. Her hastalığa iyi gelecek müzik türünün farklı oluşuyla özenli bir çalışmadır. Melankoliye, eski adıyla malihulyaya Hüseyni makamı iyi gelirmiş. Ayrıca hastanenin parasızlara ve yoksullara açık olması da cabası.
Müzik ve suyla ruhsal ve fiziksel hastalıkların tedavisi, Anadolu’dan önceki medeniyetimiz güney Sibirya’daki kadim Kam geleneklerimizden mirastır bizlere. Baksı ya da Umay denen kam müzisyenler tarafından tedavi amaçlı müzik çalışmaları orada binlerce yıldır yapılmaktadır. İbni Sina’nın müzikle tadaviyi Selçuklular’ın Şam’da yaptırdığı Nurettin Hastanesi’nde öğrendiği bilinir.
Gevher Nesibe’nin1165-1204 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmekte olup, o yıllarda Osmanlı sultanlarının çocuk yaştayken hiç sevmedikleri dedeleri yaşındaki paşalarla evlendirildikleri düşünülürse Selçuklu prenseslerinin insan hakları açısından daha iyi koşullarda yaşadığı anlaşılmaktadır.
Sekiz kollu yıldızı, mavinin en güzel tonları kobalt mavi ve turkuaz rengi armasıyla dünyaya haklı bir nam salan Selçuklu Devleti’nin, Kayseri’de hüküm sürdüğü 13. yüzyılda bir kadın teşkilatı vardı. Teşkilattaki kadınlar iyi eğitimli, birkaç dil konuşan, at binip ava çıkan, zamanın en ince silahlarından ok atmayı iyi bilen zehir gibi gençlerdi. Selçuklunun bu cevval kadınlar kuruluna Baciyan-ı Rum denirdi. Bu yüzden bu isim, Orta Çağ’da Anadolu Kadın Teşkilatı anlamına gelirdi.
1165 veya 1185 yılında doğan güzeller güzeli, zeki ve cesur kadın sultanımız Gevher Nesibe, Osmanlı’nın İstanbul’da hareme hapsettiği aslen köle sınıfına kayıt edilmiş kadın sultanlar gibi yaşamıyordu. Onun için yazımın başlığını hatun koydum. Gevher ok kullanıp, at binen, güçlü fikirleri olan ve bunları savunan bir Türk kızıydı. O yıllarda Selçuklu Devleti’nde kadim geleneğimiz ve özümüzdeki kadın hak ve hürriyeti tamamen bozulmadığı için muhtemelen kendi özü ve kam soyundan gelen sultan Gevher Nesibe kendi gönlünün seçtiği sarayın baş sipahisine, atlı süvarilerinin yağız Başkomutanına sevdalanmıştı. Yani sultanın sevdalısı çok güçlü biriydi. Bu Başkomutanın adını tarih kitapları yazmıyor, ama halk menkıbelerinde Ayhan Selçuki Beyzade diye geçiyor. Bu genç komutan, gören her kadının hem gönlüne hem de bedenine ateş düşürecek kadar yakışıklı ve espriye yatkın bir adammış. Tıpkı Yusuf peygamber gibi.
Gevher Nesibe Sultan’ın başkomutana sevdalandığı kısmı zaten tarih kitaplarında da saklanmıyor. Ama kızın ağabeyi Gıyaseddin, kardeşiyle evlenecek başkomutanın gelecekte kendine karşı bir tehlike oluşturma ihtimali yüzünden rahatsız olup zaten kendi on erkek kardeşiyle iktidar savaşındayken bir de önünde damat engeli istemeyerek Gevher hatunun evliliğini önlemek için korkunç bir cinayet planladı.
Kendi iktidarını tehlikede gören Sultan Gıyaseddin, devletinin baş sipahisini öldürmek için onu sonunda sağ çıkması mümkün olmayan bir savaşa yolladı. Fakat Gevher Nesibe Sultan Kam’dı, çok akıllı ve yürekli bir kadındı. Bu yüzden tarih yazan adamları kandırdı, erkenden ölmedi ve aslında resmi tarihçilerin bilmediği güzel bir hayat yaşadı. Gevher Nesibe’nin planı basitti, aralarında yaş farkı olmasına rağmen ağabeyinin kıskanç karakterini iyi tanıyordu. Bu sebepten Gıyaseddin’in baş sipahisi Ayhan Selçuki Bey ile evlenmesine izin vermeyeceğini anlamıştı. Gevher’in planı büyük cesaret istiyordu ama o sadece cesur değil aynı zamanda akıllıydı da. Bir gece tebdil-i kıyafet edip köylü kılığına girip at binerek gittiği Erciyes Dağı’nın eteklerinde yani bugünkü Talas’ta sevdalısıyla buluştu. Burada ona planını anlattı; önlerinde sadece iki yol vardı: Ya ölecekler ya da ellerindeki para ve güçten vazgeçip, birbirlerine kavuşup mutlu olacaklardı.
Gevher Nesibe’nin planını aynen uyguladılar. Önce Başkomutan Ayhan Selçuki Bey tebdil-i kıyafetle köylü kılığına girdi ve güneye, o sırada farklı beyliklerin elinde olan Antalya’ya doğru yola çıktı. Orada savaşlar devam ediyordu, karışıklık vardı, kimse onu tanımadı. Kendisinin öldürülmek üzere yollanacağı savaşa da, askeri bir sır olduğu mazeretiyle, gönüllü başka bir genç subayı yolladı. Baş sipahinin şehit olduğu haberi üzerine hastalanıp yataklara düşen Gevher, aslında hasta falan değildi. İşte Gevher’in sözde hasta yattığı döşeğinde bütün mirasını iyi bir işe yatırmak için bugün müze olarak kullanılan şifahaneyi vasiyet ettiği kardeşi Gıyaseddin kızkardeşine samimi olarak üzülüyor, onun ölmesini planlamadığından bu ölümün getireceği vicdan azabıyla kıvranıyordu. Gıyaseddin ‘in çocukluğundan beri batıl inançları vardı. O, lanet ve bedduanın gücüne inanan bir çocuktu ve hep de öyle bir sultan oldu. Bu yüzden Gevher Nesibe’nin ölümü üzerine büyük bir telaşla, çok kısa bir sürede bilinen bu şifahaneyi yaptırmıştır. Kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi, Gevher de o sırada bebek doğururken ölen genç nedimelerinden birinin naaşına kendi giysilerini giydirerek bir süredir üzüntüden hastalanmış gibi yattığı odasından kaçmıştı. Gevher ile Ayhan Bey planladıkları gibi o Akdeniz köyünde buluşmuş, üçüz çocukları ve on iki torunuyla şimdiki Antalya’nın Elmalı bölgesinde uzun ve çok mutlu bir hayat sürmüşlerdir. Bilinen tarihin aksine Gevher Nesibe’nin torunlarının torunları halen aramızda yaşamaktadır ve onun hikayesini dağlara, taşlara, ağaçlara, sulara anlatıp durmaktalar hala…
Işık ve sevgiyle kalın!