Türkiye son yıllarda sessiz ama derin bir sosyal kırılma yaşıyor. Yalnızlık artık bir duygu değil, bir “toplumsal salgın” haline geldi.
TÜİK’in 2024 verileri bunu açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye’de tek kişilik hane sayısı 5 milyon 347 bin oldu. İstanbul’da her 4 haneden biri, İzmir’de ise her 3 haneden biri “tek kişilik ev” olarak kayıtlara geçti.
Yalnız yaşayan erkeklerin oranı yüzde 60’a yaklaşmış durumda.
65 yaş üstünde yalnız yaşayanların oranı ise son beş yılda yüzde 23 arttı.
Bu veriler yalnızca bir tabloyu değil, hepimizin ruh halini anlatıyor.
NEDEN YALNIZLAŞTIK?
Kentleşme ve göçle birlikte toplumsal bağlarımızı yolda kaybettik.
1950’lerde nüfusun yüzde 75’i kırsalda yaşıyordu. Bugün nüfusun yüzde 93’ü şehirlerde.
Sadece adreslerimiz değişmedi; hayat biçimimiz, ilişkilerimiz, bağlarımız ve alışkanlıklarımız da değişti.
Doğduğun yeri bırakırsın, büyüdüğün insanları geride bırakırsın, bir şehre “yabancı” olarak gelirsin.
Ben bunu bizzat yaşadım. İç Anadolu’nun bir kasabasından, haritacılık yapmak için yollara düştüğümde ilk fark ettiğim şey şuydu:
Köyümdeki tek bir sessizlik bile paylaşılıyordu. Şehirde ise kalabalık bile yalnızdı.
Akşamları şantiyeden döndüğümde beni karşılayan tek şey, içinde kimsenin olmadığı ışıklı binalardı. O gün ilk kez anladım:
“Köyde yalnız kalırsın ama şehirde yalnızlaşırsın.”
Yalnızlık, pahalı hayatın ucuz kaçışı oldu.
TÜİK verilerine göre kiralar son beş yılda ortalama yüzde 540 arttı. Gençlerin yüzde 64’ü ekonomik nedenlerle aile evinden ayrılamıyor. Şehirlerde sosyal hayatın maliyeti dört katına çıktı.
Durum böyle olunca insanlar ya eve kapanıyor ya da ilişki kurmaktan kaçıyor. Çünkü bağ kurmak; zaman, para ve enerji istiyor.
Ekonomi bozuldukça yalnızlık artıyor, yalnızlık arttıkça ruh sağlığı bozuluyor.
Dijitalleşme ve sosyal medya da yalnızlığı artıran diğer bir faktör oldu. Türkiye’de kişi başına günlük sosyal medya kullanım süresi 3 saat 2 dakika.
Bu süre, yüz yüze iletişim süresinden fazla.
Telefonlarımız bildirimlerle dolu ama hayatlarımız sessizlik içinde geçiyor. İnsanların yüzlerce sosyal medya takipçisi var, ama bir bardak çay içecek kimsesi yok.
Mahalle kültürü öldü; biz de onunla birlikte yalnızlaştık.
ANADOLU KÜLTÜRÜNÜ YENİDEN YAŞAMAK ŞART!
Çocukluğumda Karaözü’nün tozlu sokaklarında her evin kapısı herkese açıktı.
Biri hasta mı oldu? Tüm mahalle seferber olurdu.
Biri sevindi mi? Herkes mutluluğa ortak olurdu.
Şimdi apartmanlarımızda yan dairede kimin yaşadığını bile bilmiyoruz. Komşuluk korkuya, selamlaşmak ise tehdit algısına dönüştü.
Bir toplumun çöküşü bazen savaşla, bazen doğal afetle olmaz.
Bazen tek tek insanların sessizce kendi kabuğuna çekilmesiyle olur.
Yıllar önce haritacılık yaptığım dönemlerde, Anadolu’da bir şantiyede kış akşamı tek başıma oturuyordum. Soğuk iliklerime işlemişti; bir yandan işler, bir yandan gurbet, bir yandan hayat…
O sırada kapı çaldı. Şantiyenin yanındaki köyden bir amca, elinde bir çaydanlıkla içeri girdi:
“Üşümüşsündür evlat, sıcak çay getirdim” dedi.
Bir insanı bir bardak çay bu kadar mı mutlu eder?
Evet, eder. Çünkü yalnızlığın en büyük ilacı ilgi ve temastır.
Bugün aynı manzarayı şehirlerde göremezsiniz.
Bu zamanlarda çay getirene değil, çay isteyebileceğin bir insana bile hasretiz.
Bir selamın, bir çayın, bir kapı çalmanın insanı hayata döndürdüğü bir kültürden geliyoruz.
Son cümle:“Bir kapı çal, bir hal hatır sor, bir çayı paylaş ve yalnızlığı azalt.”




