Türkiye’nin 1950’li yıllarına ait toplumsal fotoğraflarda köyden kente göç baskın bir şekilde görülürdü. İşin ve ekmeğin olmadığı kırsal alanlardan “taşı toprağı altın” denilen şehirlere göç etmek, çoğu zaman isteğe bağlı bir karar değil, zorunluluktu.

Büyük şehirlere yaşanan düzensiz göç, sosyal ve ekonomik sorunları büyüterek bugüne kadar taşıdı.

Bir toplumun huzuru bazen çok basit sorularda saklanır:
“Neden şehirlerden kaçıp köylere dönüyoruz?”

Yıllarca büyük şehirleri “fırsatların adresi” olarak bellemiş bir ülkenin bugün aynı şehirlerden yavaş yavaş uzaklaştığını görmek yalnızca demografik bir veri değil; aynı zamanda büyük bir toplumsal dönüşümün işareti değil midir?

TÜİK’in açıkladığı 2023 İç Göç İstatistikleri bu dönüşümü rakamlarla ortaya koyuyor. İzmir, Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerden ciddi bir kaçış yaşanıyor. Geçen yıl 3 milyon 450 bin kişi, bu üç büyük şehirden kıyı ilçelere ve köylere taşındı. En çok göç alan şehirlerin aynı zamanda en çok göç veren yerler olması, her açıdan analiz edilmesi gereken bir tablo.

Peki, neden kentten köylere kaçış var?

Kadına Yönelik Şiddetin Bir Biçimi Olarak Siyasal Ayrımcılık: 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’a 25 Kasım’dan Bakmak
Kadına Yönelik Şiddetin Bir Biçimi Olarak Siyasal Ayrımcılık: 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’a 25 Kasım’dan Bakmak
İçeriği Görüntüle

ŞEHİRLER YORGUNLUK MEKANI OLDU!
Şehirler artık sadece bina ve insan kalabalığından ibaret değil; birer “yorgunluk mekanı”na dönüştü. Ekonomik ve sosyal açıdan hayatın giderek zorlaştığı büyük şehirleri terk etmek birçok insan için en mantıklı seçenek haline geldi.

Yaşam maliyeti şehirlerde artık lüks kategorisine girdi. Daha fazla kazanan insanların kazançlarıyla daha az şey satın almaya başlaması, geçim sıkıntısını görünür kıldı. Önceleri daha az geliriyle daha çok satın alma gücüne sahip olan halk, büyük kentlerde adeta açlıkla tanıştı.

Kentlerde en büyük sorun olarak barınma maliyeti ön plana çıkıyor. Yıllara göre katlanarak artan kira ve konut fiyatları, yaşayanlar üzerinde ekonomik olduğu kadar psikolojik baskı da yaratmaya başladı.

İnsanlar, şehirlerde kazançlarının neredeyse yarısını kiraya verdikleri, temel ihtiyaçlarını bile zor karşılayabildikleri bir yaşamdan kaçıyor. Kentsel yığılmanın doğurduğu bu ekonomik baskı, göçün en güçlü itici faktörlerinden biri haline geldi.

BETON YIĞININDA BOĞULAN HAYATLAR
Şehirlerde hava kalitesi düşüyor, yeşil alanlar azalıyor, trafik ve gürültü günlük yaşamın sıradan bir parçası haline geliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmaları, kent yaşamının hem fiziksel hem de zihinsel sağlığı olumsuz etkilediğini yıllardır söylüyor. Modern insanın ruhunda kronik bir “sıkışmışlık” hissi oluşmuş durumda.

EN BÜYÜK SORUN: SOSYAL YALNIZLIK
Şehirlerde yaşayan insanlar, kalabalıkların içinde yalnız yaşıyor. Artık insanlar birbirine komşu değil; sadece duvar arkadaşı. Sosyologlar, büyük şehirlerde yaşayan bireylerde “duygu yorgunluğu” ve “toplumsal kopukluk” oranının hızla arttığını belirtiyor.

Bir şehrin ışıkları çok parlak olabilir; ama bazen o ışıkların altında kimse kimseyi göremez.

NEDEN KIRSALA KAÇIYORUZ?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit: İnsan doğal ortam özlemi çekiyor. Toprak kokusu, temiz hava, geniş alanlar ve hepsinden önemlisi sessizlik…

Köyler ve kırsal alanlar, insanlara aidiyet hissi sunuyor. “Bir yerliliğe” sahip olmak insan doğasının temel ihtiyaçlarından biri. İzmir’de, Ankara’da, İstanbul’da doğup büyüyen kişilerin memleket olarak ata topraklarını görme isteğinin temelinde de bu duygu yatıyor.

Araştırmalar, kırsal yaşamın stresi azalttığını, depresyon riskini düşürdüğünü ve genel yaşam memnuniyetini artırdığını ortaya koyuyor.

Köyde yaşamanın masrafı çoğu zaman şehirdekinden daha düşük. İnsan daha az harcayarak daha geniş bir yaşam alanına ve daha fazla huzura kavuşuyor. Yıllarca betonun içinde küçücük dairelere sıkışanlar için kırsaldaki bir ev, yalnızca konut değil; bir özgürlük alanı.

Şehirde kaybolan topluluk duygusu, köylerde hala yaşıyor. İnsanlar birbirini tanıyor, selam veriyor, yardımlaşıyor. Dayanışma, nostaljik bir kavram değil; kırsalın bugünkü gerçeği.

ROMANTİZE ETMEK DEĞİL, GERÇEĞİ GÖRMEK GEREKİR
Elbette köylere dönüş eğilimini romantize etmek doğru olmaz. Kırsalın zorlukları da şehirler kadar gerçek:
– Sağlık hizmetleri,
– Eğitim imkanları,
– Ulaşım ve internet altyapısı…

Birçok kırsal bölge hala bu konularda şehirlerle rekabet edebilecek düzeyde değil.

Her köyde iş yok; her kasabada geçim imkanı aynı değil. Tarım ve hayvancılık dışında seçeneklerin az olması, özellikle genç nüfus için büyük bir dezavantaj.

Kültür-sanat etkinlikleri, sosyal çevre ve çeşitlilik bakımından şehirlerin sunabildiği dinamizm kırsalda sınırlı kalıyor.

Bu nedenle göç eden pek çok kişi zamanla tekrar şehre dönüyor.
Gerçek çözüm, ne şehri ne köyü bütünüyle övmek; her ikisini de yaşanabilir kılacak politikaları geliştirmektir.

Kentten kırsala göç, yalnızca bireysel bir kaçış refleksi değil; Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel gerçeklerine dair güçlü bir mesajdır:
“İnsanlar giderek daha pahalı, daha yorucu, daha yalnız bir şehir yaşamını sürdüremez hale geldi.”

Son cümle: "Şehirden köye göçün hikayesi, sadece bireysel bir tercih değil; ülkenin sosyolojik ruh halinin aynasıdır."