1938 yılında CHP’nin yayınladığı On Beşinci Yıl Kitabı’nda ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki CHP katalogunda yer alan bir raporda, “Eski idarelerin affolunmaz hataları yüzünden Türk milletinin uğramış olduğu felaketlerin sonuncusu olan Hatay işinin de hallinden sonra hiçbir devletle hiçbir anlaşmazlığımız kalmamış olacaktır” denilmektedir. Bu cümle, hem geçmiş hükümetlere yönelik bir eleştiri niteliği taşıdığı gibi, Türkiye’nin çözülmesi beklenen tek sorununun Hatay Sorunu olduğunu göstermektedir.
 
1936’da Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra Türkiye, Hatay’ın kendi topraklarına katılması için daha yoğun çaba harcamaya başladı. 1938 yılında Atatürk’ün yoğun çabaları sonuç verdi ve Hatay bağımsızlığını kazandı. Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre önce gerçekleşen bu bağımsızlık, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra Türkiye’ye katılmasıyla sonuçlandı (1939).
 
Dönemin Türkiye’si, çok yönlü bir dış politika izleyerek ve ama barışçı yollardan ayrılmayarak sorunlarını çözme politikası izledi. Böylece güvenliğini sağlamak ve dış tehditlerle uğraşmadan etrafında bir barış ortamı yaratmaya ve bunun sağladığı imkanlarla tüm kaynaklarını kalkınmaya yöneltti.
 
Savaş meydanlarından gelen ve ömrünün önemli bir bölümü cephelerde geçen bir lider olan Atatürk’e göre savaş, vatan savunması için gerekli olmadıkça bir cinayetti. Cumhuriyetin kurucu kadrosu barışçı olmakla beraber, pasif bir barışçı politikadan yana değildi. Aktif, çok yönlü ve açık bir dış politika izliyordu. Haklarını savunmak için aktif bir dış politikadan geri de kalmıyordu. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu zamanlarında bile –şaşırtıcı bir şekilde- tarihsel haklarına sahip çıkma iradesini gösterebiliyordu. Bunlardan bir tanesi de Suriye topraklarında kalan Süleyman Şah Türbesi idi.
 
Sakarya Savaşı’nın hemen ertesinde Fransa ile imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nın 9. Maddesi “Osmanlı Hanedanının kurucusu Sultan Osman’ın büyük babası Süleyman Şah’ın Caber kalesinde bulunan ve Türk Mezarı adı ile tanınan kabri, çevresiyle birlikte, Türkiye’nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada koruyucular bulundurup Türk bayrağını çekebilecektir” demektedir. Bu durum Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesi ile de onaylanmıştı. Bir tarafta Sevr Antlaşmasını imzalayan Vahdettin diğer tarafta Osmanlı ve Türk mirasına sahip çıkan Ankara Hükümeti ve Atatürk…
 
Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ve Cumhuriyeti kuran kadro, İkinci Meşrutiyet döneminden ve Birinci Dünya Savaşı’ndan büyük dersler çıkararak İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak durmayı başarabildiler. Çünkü onlar, Birinci Dünya Savaşı’nın genç kurmay subayları olarak İkinci Dünya Savaşı’nın deneyimli devlet adamlarıydılar.
 
Soğuk Savaş sürecinde Sovyet tehdidi ile birlikte Türkiye’nin dış politikasında bazı değişiklikler meydana gelse de, Türkiye barışçı politikalarını genel hatlarıyla sürdürdü. Soğuk Savaş döneminde politikasına damga vuran en önemli dış sorun Kıbrıs meselesi oldu. 1980 sonrasında ise PKK terörünün uluslararası desteği en temel sorun haline geldi. PKK’nın en büyük destekçilerinden biri Suriye’deki Hafız Esad yönetimi idi. Türkiye Suriye’ye Soğuk Savaş dönemi sonrasında ve Rusya’nın kendi iç sorunlarına dönmesi ile birlikte aleni tavır alabildi. Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da yakalanmasına giden süreç Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş'in 16 Eylül 1998’de Suriye sınırı yakınında Suriye'ye verdiği gözdağı ile başladı. Yıllarca Türkiye’deki terörü besleyen ve destekleyen Suriye yönetimi, 2011 içerisinde Türkiye’dekinin kat ve kat fazlasını yaşadı. Bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Suriye’nin bu durumdan kurtulabilmesini sağlayan, -tekrar eski gücüne
 
kavuşan- Rusya oldu. Aslında Suriye’nin parçalanmaması bugün Türkiye’nin lehinedir; parçalanmış bir Suriye Türkiye için çok daha ciddi bir tehdittir. Emperyalist güçlerin bölgeyi Sykes-Picot’tan (1916) yüz yıl sonra yeniden dizayn etme çabası PKK’ya yeniden bir hareket alanı açabilmekte ve meşruiyet kazanma çabasına katkı sağlamaktadır. Tıpkı 1990’ların başında Körfez Savaşı sırasında oluşan boşlukta olduğu gibi…
 
13. yüzyılda Caber kalesi eteklerine defnedilen Süleyman Şah’ın mezarı 1970’lere kadar burada kaldı. Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Gazi’nin dedesi olan Süleyman Şah’ın mezarı II. Abdülhamit döneminde türbeye dönüştürülmüştü. Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan tek Türk toprağı olan bu türbenin korunması jandarma teşkilatında sağlanıyordu. 1937’de Türkiye Cumhuriyeti türbeye bir karakol yapılması için döviz tahsisi yaptı. Ardından karakol inşaatı 1938 yılında tamamlandı ve harap olan türbe binasının yerine yenisi yapılarak karakolun yanına taşındı.
 
1951 yılında bölgeye giden Konya milletvekili Saffet Gürol, türbede yaşanan imkansızlıkları rapor ederek düzeltilmesini istedi. 1966’da Tabka Barajı’nın inşasının başlaması nedeniyle sular altında kalması söz konusu olunca, Suriye yönetimi Türkiye’den türbenin başka bir bölgeye taşınmasını istedi. Yapılan görüşmeler sonucunda türbenin Halep merkezine 123 km, Şanlıurfa’ya 92 km uzaklıkta bulunan Karakozak köyüne taşınmasına karar verildi (1973). Nakil işlemi 30 Eylül 1975 tarihinde tamamlandı. 1 Subay 10 erden oluşan Saygı Kıtası yakın yıllara kadar türbede görev yaptı. 1990’lı yıllarda yeni baraj inşaatı nedeniyle taşınması tekrar gündeme gelse de, Türkiye bunu kabul etmedi ve baraj bölgesi içerisinde korunmasına karar verildi. 2011 yılında Arap Baharı dolayısıyla Suriye’de meydana gelen iç savaş nedeniyle yaşanan çatışmalar nedeniyle Türkiye Saygı Kıtası’ndaki asker sayısını arttırsa da 2015 yılında türbeyi Türkiye sınırı yakınlarına taşımak zorunda kaldı. Bilindiği kadarıyla türbe alanı günümüzde tahrip olmuş durumdadır.
 
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde 25 Aralık 1945 tarihinde Antalya Milletvekili Hikmet Turan Dağlıoğlu, türbenin içinde bulunduğu durumu ve tarihi değerini şöyle açıklamaktaydı: "... Caber Kalesi vardır ki, bugün Anayurdun sınırlan dışındadır. Orada Süleyman Şah'ın bir mezarı vardır. Çocukluğumda görmüştüm. Bugün oralara yanlış bir iskan siyaseti dolayısıyla sürdüğümüz Türk ve Arap aşiretleri burayı kutsal bir ziyaretgah olarak tavaf ederler. 10-15 sene evvel buranın tamiri için bir hareket olmuştu. Fakat işittiğime göre bugün burası haraptır. Orası sadece bir türbe, bir mezar değildir. Orası aynı zamanda Türk Milletinin ebediyete kadar yaşayacak olan bir Ruh Abidesidir. Onun için ebediyetten ezeliyete kadar yaşayacak olan bir destanı yaratan bu büyük adamın mezarını Türk Milleti'nin şanına yakışacak bir surette tamir edelim”.
 
Süleyman Şah’ın talihsiz ölümü gibi türbesinin de talihsiz bir kaderinin olduğunu söylemek gerek. Fırat’ı geçerken boğulduğuna ve Caber Kalesi eteklerine defnedildiğine inanılan Süleyman Şah’ın türbesi Karakozak köyündeki yerine yeniden taşınmalıdır. Türkiye bu meşru Türk toprağını 2015’te terk etmemeliydi. Bu toprak parçasını korumak için gerekirse askeri bir harekat da yapabilirdi. 1921 Ankara Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması Türkiye’ye bu hakkı vermekteydi. Geçmişte yapılan hataları geride bırakarak, bugün Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak zorundayız. Suriye, 2011-2019 döneminde düştüğü durumla geçmişte PKK terör örgütüne verdiği desteğin bedelini ödedi. Teröre destek veren gün gelir terörle, bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Türkiye Rusya’nın sahada bulunmasından memnun olmalıdır. Aksi takdirde Irak’ın başına gelenler Suriye’nin de başına gelebilirdi. Bu da emperyalizme 100 yıl sonra yeni Skyes-Picot’lar uygulama imkanı yaratırdı. Bunların ucunun geçmişte Türkiye’ye dokunduğunu, Sevr’in kapısını açtığını unutmamak gerekir. Türkiye bölgesel barışın mimarı, uluslar arası siyaseti güvenilir devleti olma yolunda ilerlemeli, bölgesel maceralardan uzak durmalı ve Atatürk döneminin saygın iç ve dış politikalarına yönelmelidir. Son olarak Süleyman Şah Türbesi Karakozak köyüne, Suriyeliler de ülkelerine dönmelidir. Bunun yolu da Suriye yönetimi ile diyaloga geçmek, terörle mücadelede birlikte hareket etmekten geçmektedir.
 
Kaynaklar:
Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26173 (son erişim tarihi: 21 Ekim 2019)
 
İsmail Sosyal, Tarihçeleri ve Açıklamaları İle Birlikte Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, 1. Cilt: 1920-1945, TTK yay., Ankara.