PKK’nın bir zafer ve haklılık bildirgesi olarak sunduğu metni bölümler halinde almak ve cevaplamak istiyorum:

"PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi PKK mücadelesinin, halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi.”

Yani? PKK zafer kazandı. Türkiye de masaya oturmak zorunda kaldı öyle mi?

“Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı. Doğuşunda reel sosyalizmin etkilerini yaşadı ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü. PKK katı Kürt inkarının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda şekillendi. 1978’den başlayarak yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldı. Bu temelde başarıyla yürüttüğü mücadele sonucunda halkımız adına diriliş devrimini gerçekleştirerek bölge halklarının özgürlük umudu ve onurlu yaşam arayışının sembolü haline geldi”.

Lozan’ı ve 1924 Anayasasını, Kurtuluş Savaşı’nı inkar etmek, bu devleti yıkıp yeniden kurma amacı gütmektedir. Kurulan bambaşka bir şeydir. Suçlu TC, haklı ve özgürlük savaşçısı elbette PKK’dır. PKK, bilimsel sosyalizmi (!) esas alan emperyalizmin kucağında bir aparat örgüttür. Türkiye, ne soykırımcı ne de asimilasyoncudur. Neredeyse Türk olmaktan, İstiklal Savaşı vermekten ve başarılı olmaktan utanacağız. Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya cebinden çıkaracağını söyledikleri bunlar olsa gerek. Diğer taraftan Atatürk’ün partisi olduğu iddiasında olan CHP’nin bu metni, bu manifestoyu reddetmesi gerekirken suya sabuna dokunmayan bir açıklamayla yetindiler. Sanırım memlekette Atatürk, Cumhuriyet ve Türk kimliği etrafında birleşenlerin ciddi bir temsiliyet sorunu olduğu açık bir şekilde herkes tarafından görülmektedir.

“Diriliş devrimimizin halkımız açısından büyük gelişmelere yol açtığı 1990’lı yılların koşullarında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Kürt sorununu siyaset yoluyla çözme arayışı gelişti. Önder APO bu arayışa 17 Mart 1993 Ateşkesiyle cevap vererek yeni bir süreç başlattı. Ancak reel sosyalizmin ağır etkileri, savaş çizgimize dayatılan çeteci anlayışlar ve derin devletin Turgut Özal ve ekibini ortadan kaldırması, Kürt inkâr ve imha siyasetinde ısrar ederek savaşı tırmandırması neticesinde bu yeni süreç sabote oldu. Binlerce köy boşaltılıp yakıldı. Milyonlarca Kürt yerinden yurdundan edildi, on binlercesi işkencelerden geçirilerek zindanlara atıldı ve binlercesi ise faili meçhul biçimde katledildi. Buna karşılık Özgürlük Hareketi hem nicel hem nitel olarak büyüdü, gerilla savaşı Kürdistan ve Türkiye’ye yayıldı. Gerillanın yürüttüğü savaşın etkisiyle Kürt halkı serhildanlara kalktı. Böylece her iki taraf açısından savaş temel seçenek haline getirildi. Savaşın karşılıklı olarak tırmandırılmasının yarattığı tekrar aşılamadı. Böylelikle Önder APO’nun Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollardan çözme çabaları sonuçsuz kaldı."

PKK, savaş falan yürütmedi. Savaş devletler arasında olur. PKK sosyal faşist bir örgüttür. Üzerinde sosyalizm sosu olan Kürt faşizmi güden bir yapıdır. KCK adlı çatı örgütüyle Pan-Kürdist bir niteliktedir. Bu noktada BOP ile de tam uyum halindedir. Bırakın devrimci olmayı bildiğin düz eli kanlı terör örgütüdür. Muhtemelen dünya tarihinin en kanlı örgütlerinden biridir. Bundan ilericilik, devrimcilik çıkaranların aklına şaşarım.

“Süreç 15 Şubat 1999 uluslararası komplosu ile farklı bir aşamaya taşındı. Bu süreçte komplonun önemli bir hedefi olan Kürt-Türk savaşı Önder APO’nun büyük fedakarlıkları ve çabaları sayesinde engellendi. İmralı işkence ve soykırım sisteminde tutulmasına karşın Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollardan çözme yönündeki ısrarını sürdürdü. 27 yıldır mutlak tecrit altında tutulan Önder APO İmralı soykırım sistemi ile mücadele ederek uluslararası komployu boşa çıkardı.  Uluslararası komployla mücadelede erkek egemenlikli iktidarcı-devletçi sistemi çözümleyerek demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasını geliştirdi. Böylelikle halkımız, kadınlar ve ezilen insanlık için alternatif özgürlük sistemini somutlaştırdı”.

Ulu önder deyimi Atatürk için kullanılırdı. Ona denge olsun diye İslamcı kesim Ulu Hakan terimini üretti. Şimdi de Önder APO. Kavramların içinin boşaltılması, değersizleştirilmesi söz konusu. İçi boşaltılan bir başka kavram da soykırım: İmralı soykırım sistemi nasıl bir şey oluyor?

“Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasasının öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi. Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen Kürt isyanları, 1000 yıllık tarihi Kürt-Türk ilişki diyalektiği ve 52 yıllık Önderlik mücadelesi Kürt sorununun ancak Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözülmesinin kazandıracağını göstermiştir. 3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır”.

Lozan ve 1924 Anayasası öncesi nedir? 1921 Anayasası ise, o olağanüstü dönemin çerçeve anayasasıdır, hatta anayasa bile değildir. Laikliğin, Cumhuriyetin, Türk milli kimliğinin olmadığı bir metindir. Hatta saltanat ve hilafet halen vardır. 100 yıllık denilen Lozan, 102. Yılında içeriden yıkılmaya çalışılmakta, buna Cumhuriyeti kuran partiyim diyen CHP bile ses çıkarmamaktadır. Suya sabuna dokunmayan açıklamalar yapılmaktadır. Lozan’a ve kurucu anayasaya sahip çıkmamaktadır. Oysa ne CHP’nin ne de Cumhuriyetin tarihinde utanılacak bir şey yoktur. Hele ki soykırım hiç yoktur. Bunu söyleyenler 52 yıllık tarihlerinde yaptıklarına bakmalıdırlar.

Ortak vatan nedir? Hisseli tapulu mal mı var? İstenen Irak’taki gibi federasyon, ülkenin geri kalanında da ortaklık istenmektedir. Oysa Atatürk’ün yurttaşlık temelli tanımının ötesinde bir ortaklık mı vardır? 1925’te Atatürk’ün söylediği “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” ifadesi tam anlamıyla yurttaşların eşitliği üzerine yapılan entegrasyoncu, kapsayıcı bir tanımlamadır. Yakın zamanda Özgür Özel’in de söylediği eşit yurttaşlık tanımı yanlış, sakat ve parçalayıcı bir tanımlamadır. Olması gereken yurttaşların eşitliğidir. Kılıçdaroğlu, Cumhuriyeti demokratikleştireceklerini söyleyip durdu. Kendisine 1950’de CHP’nin demokratik devrimi gerçekleştirdiğini, bugün olsa olsa Cumhuriyeti yeniden demokratikleştireceklerini söylemesinin gerektiğini anlatamadık. Belki Özel’e anlatabiliriz. PKK da eşit yurttaşlık deyimini kullanmakta. 

Türkiye’nin götürülmek istendiği yer Ortadoğu’daki konfesyonist cumhuriyet modeli. Konfesyonizm, ülkedeki güçlerin etnik ve dini temelde bölünmesi demek. Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı kuramının ters yüz edilmiş hali. Lübnan bu tipte bir Cumhuriyet. Irak 2005’te bu şekilde yeniden yapılandırıldı. Sırada Suriye var. Irak’ta Kürdistan bölgesel yönetimi var. Yani federasyon. Ancak Kürtler ülke yönetimine de ortak, Cumhurbaşkanı sistem gereği Kürt. Başbakan Şii, Meclis Başkanı Sünni. Lübnan’da ise Cumhurbaşkanı Maruni Katolik, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı Şii. Bu modeldeki yönetimlerde kan gövdeyi götürüyor. Lübnan 1974-1989 yılları arasında iç savaş yaşadı. Demokrasi endeksinde en dipteler, otokrasiler. Bu tip bir yönetim Türkiye’nin zayıf demokrasisini otokrasiye dönüştürür, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına çeker. Oysa Cumhuriyeti kuranlar çağdaş bir uygarlık, çağdaş bir ulus devlet hayali kurdular. Ortadoğu modeli değil.

PKK’nın silah bırakması noktasında, PKK’nın sadece PKK’dan ibaret olmadığını belirtelim. PKK, KCK denilen yapılanmanın Türkiye ayağı. KCK ne mi? Wikipedia’ya bile baksanız anlarsınız. KCK denilen çatı örgüt Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da örgütlü. Irak’ta ve Suriye’de federatif bir yapı oluştu. Hedefte Türkiye ve İran var. Barış ayağına Türkiye’de de benzer bir yapı yutturulmaya çalışılıyor. Sonuçta 4 ülkedeki yapının birleştirilmesi amaçlanıyor. Ortadoğu’da emperyalizmin ileri karakolu olacaklar. Bu bölgenin bin sene daha birbirini boğazlaması, emperyalizmin bölgeyi dizayn etmesi anlamına gelecek. Dolayısıyla bin yıllık bir yeni dönem açılmıyor; bin yıl boyunca Türk, Kürt ve Arap birbirini boğazlayacak. Kan ve gözyaşı olacak.

Dünyada Türklerin imparatorlukların büyük bölümü kurduğu tarihe dönüp baktığımızda anlaşılan bugün egemen güçler Türksüz bir dünya istiyor. Ancak unutulmamalı ki, 1919’da da bu denenmişti.

“52 yıldır Önderlik ve PKK yürüyüşüne büyük bedeller pahasına katılarak, inkâr ve imha siyasetine, soykırım ve asimilasyon politikalarına karşı direnen onurlu halkımız, barış ve demokratik toplum sürecini daha bilinçli ve örgütlü biçimde sahiplenecektir.  PKK’yi feshetme ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararını, halkımızın herkesten daha iyi anlayacağına, demokratik toplum inşası temelinde demokratik mücadele döneminin görevlerine sahip çıkacağına inancımız tamdır.  Halkımızın kadınlar ve gençler öncülüğünde, yaşamın her alanında öz örgütlerini oluşturması, dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kendine yeterli olma temelinde örgütlenmesi, saldırılar karşısında kendini savunur hale gelmesi ve seferberlik ruhuyla komünal demokratik toplumu inşa etmesi hayati önemdedir. Bu temelde Kürt siyasi partilerinin, demokratik örgütlerinin, kanaat önderlerinin Kürt demokrasisini geliştirme ve Kürt demokratik uluslaşmasını sağlama yönündeki sorumluluklarını yerine getireceklerine inanıyoruz”.

Kürt demokrasisi, Kürt demokratik uluslaşması gibi kavramların altını çizerek bırakayım. Ayrılıkçılık bitmiş mi? Şeyh Sait’in mirasçıları halen faaliyette diyelim.

"Kongremizin aldığı PKK’nin fesih ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararı kalıcı barışa ve demokratik çözüme güçlü bir zemin sunmaktadır. Söz konusu kararların uygulanması Önder APO’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir. Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır. Aynı şekilde hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere mecliste temsili bulunan tüm siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, din ve inanç topluluklarını, demokratik basın kuruluşlarını, kanaat önderlerini, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, işçi-emekçi sendikalarını, kadın-gençlik örgütlerini, ekolojist hareketleri sorumluluk altına girerek barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırıyoruz”.

Murray Bookchin’in ekoloji kavramını, biraz da özgürlükçü birkaç söylemle birlikte mis gibi sosyalist oluyor tabii.

Sonuç olarak Lozan ve Cumhuriyetin kuruluş sürecini tartışmaya açan bu metnin iktidar ve muhalefet tarafından şiddetle reddedilmesi gerekir. Türkiye Cumhuriyetinin 100 yıllık tarihi soykırımla anılamaz. Memlekete barış getiriyoruz edebiyatıyla PKK’yı haklı, Türkiye Cumhuriyetini suçlu konumuna oturtamazsınız. Böyle bir sürecin gideceği yer iyi değildir. Sevr ne kadar barışsa bu da o kadar barıştır. Diğer taraftan Lozan’ı tapu senedi diye tanımlamamak gerekecek, birileri tapuyu görünce alınıp satılır bir şey diye düşünüyor sanırım.  

PKK metninde açıkta istenilen Cumhuriyetin yıkılarak yeniden yapılandırılmasıdır. Cumhuriyetin kurucu değerlerine, yurttaş ve birey temelli bir çağdaş ülke inşasına yönelecek ve bunu savunacak kuvvetli bir toplumsal muhalefete ve bunun siyasal temsiline ihtiyaç var. TV ekranlarında “barış havarisi” edasıyla itiraz edenlere parmak sallayanlara, onların Yunan işgalini halka kabul ettirmek için Anadolu’ya giden Heyet-i Nasihalara benzediklerini hatırlatalım.