En gerçek olan yaşam deneyimidir ölüm. Yalnız yaşanır, paylaşılmaz ve başkasına devredilmez.
İnsanları bu gerçeğe karşı korkutmaya ya da abartılarla aldatmaya, onları ölüme karşı yabancılaştırmaya gerek yoktur.
Ölüm korkusunu hissederek oksijen tedavilerine, ozon kürlerine, mültivitamin haplarına olağanı aşıp saplantı derecesinde dalan insanlar yalnızca zamanı uzatmış, biraz nefes almış olur.
Bilimin, tıbbın ve dinin ölüm gerçeğinde üstlenmiş oldukları birtakım görevler var.
Tıp ve bilim kendisine güvenildiği takdirde bu dünyada epeyce uzun ve kaliteli yaşanabileceği gerçeğini telkin ediyor ve daha da ileri giderek bunu müjdeliyor.
Dinle uğraşanlar ise, 'Bilinmeyen Öteki Dünyada' sonsuza kadar sürecek zor ya da rahat bir yaşam vadediyor ölümlü insanlara.
Tıptaki yeni teknolojik girişimler bedenin biraz daha yaşayabilmesi, soluklanabilmesi uğruna akciğerlere, mideye, damarlara, idrar yollarına onlarca boru sokup çıkarma işlemlerini gerçekleştiriyor.
Girişimlerden, bunların gerekliliğinden uzun uzun söz eden gazeteler bu çabaların yanı sıra 'Hospice' denilen özel bakım evlerinde ölünebileceği haberlerini de yazmayı ihmal etmiyor bu arada.
Hekimlerin ifadelerine bakıldığında ;
''Bilinci yerinde, özel tıbbi bakım gerekmeyen birçok 'olanaklı' kanser hastası ve sona yakın hasta evinde ölemiyor.''
Ne denli dil dökülse de yakınları onları hastaneden çıkarmak istemediği için sonuçta bu insanların hakları olan evde ölmenin onuru ve huzuru da ellerinden alınmış oluyor.
Temiz çarşaflar içinde, kendi yatağında bir kaç sevdiğinin bulunduğu bir ortamda  ölmek niçin onlardan esirgeniyor?
Hastanede, hospice'lerde ölüm ebelerinin nezaretinde acaba neden bir veda öneriliyor?
Nedenlerde biri;
Çok para kazanmak uğruna ev ve iş sarmalında adeta köleleştirilen ve bu köleleşmeyi kabul edip bencilleşen insanların bir daha dönmeyecek yakınlarına vermek istemedikleri yardım, paylaşım ve sevgi olabilir mi?..