Vaktin zamanında Anadolu’nun küçük şirin ve güzel köylerinden birinde, delikanlının biri hakikat yolculuğuna çıkmaya karar verir ve bu amacını ailesine anlatır. Oğullarını en yakın köydeki dergaha götürme kararını alan aile, hakikat yolculuğunu her ne kadar onaylayıp sevinseler de oğullarından ayrı kalacakları için üzgündürler. Delikanlının annesi, oğlu henüz dergaha teslim olmadığı halde şimdiden pencerenin önüne geçip hasret çekmeye başlar.

Delikanlı, dergaha kabulünü beklerken zamanının çoğunu birlikte büyüdüğü köpeği ile oyun oynayarak geçirmektedir. Köpeği ile onun arasında her zaman çok güçlü bir sevgi ve bağlılık vardı. Çocukluğundan beri onu anlayan, dinleyen, yargılamadan seven köpeğinden ayrılmak delikanlı için hiçte kolay değildir.

Gel zaman git zaman dergaha kabul edilen ve artık o ailenin bir parçası olarak vazifelendiren derviş, hocasının bir dediğini iki etmez, ne derse harfiyen yerine getirir ve sadakatle hakikat yolunda terbiye edilirmiş.

Aradan birkaç sene geçer ve çocuk yaşlarda girdiği dergahta yaptığı zikirle ve nefes çalışmalarıyla su gibi berrak bir zihne sahip olan derviş, çocukluğundan beri yanından ayırmadığı sevgili köpeğinin çoktan öldüğü haberini alır.

Hocası, öğrencisinin geçtiği tekamül sürecini iyi bildiğinden, bir gün derste herkese “Allah” adıyla zikir çekme ödevi verir. Dersin sonunda köpeğinin ölümüyle sarsılan dervişi yanına çağırıp “Evlat! Seni en çok mutlu eden ve en çok aşka yaklaştıran şey nedir?” diye sorar. Derviş hiç düşünmeden “Köpeğimi çok severdim hocam. Ben ona koşulsuz sevgiyle bağlı idim” diye cevap verir. Hoca aldığı bu cevabın üzerine “ O halde sen verdiğim zikir ödevinde köpeğinin adını geçireceksin “ der.

Derviş, hocasının ne amaçla kendisine böyle bir ayrıcalık tanıdığını anlamasa da hocasına olan güveni ve sevgisi tamdır.

Ödevine, aynen hocasının tavsiye ettiği şekilde başlar. Aradan haftalar geçmiştir ki, hoca dergahın koridorlarında yürürken dervişin bulunduğu odanın kapısından içeriye bir göz atar ve öğrencisinin köpek gibi dört ayak üzerinde durmuş bir halde, dili dışarıda zikir çekmekte olduğunu görür.

Hemen diğer öğrencilerini yanına çağıran ve zikir çeken dervişi halini öğrencilerine gizlice izlettiren hoca;  dergahın diğer yolcularına hayatları boyunca unutamayacakları bir ders verir;

“Bakın evlatlarım. Sizler her biriniz Allah’ın adıyla haftalardır zikir çekiyorsunuz ama buna rağmen henüz Allah’ın ne olduğuna dair en ufak bir fikriniz yok. Bir de şu dervişin haline bakın. Köpeğinin adıyla zikir çekerken bile benliğini yitiriyor, hatta köpeğin kendisi oluyor. Ona aşkla bağlanıyor. Kimliği eriyor. Tam bir hiçliğe dönüşüyor. İşte evlatlarım; Zikir böyle çekilir! Ruhuna geçirdiğin kılıfı soyup çıkarmadığın sürece, o kılıf seni boğacaktır. Sonsuz olanı sonlu bir kılıfa hapsettiğinde ne yazık sende sonlu olanın ötesine geçemez, sonsuzluğu asla idrak edemezsin. Kap olup aşkı hapsedeceğine; hiç olup onu özgür bırakmayı öğrenmelisiniz. Allah ile buluşmak ancak hiçlikle mümkündür…”

“AŞK” ‘ın doğumu, ancak aşığın ölümüyle mümkündür.

Ey hazreti insan kardeşlerim!

Karanlıkta etrafını görebilmek içi gözbebeklerin büyür. Kendi içindeki karanlıkta ışık görebilmen içinse gönlünün büyümesi gerekir!

O halde, senin için de uyanmanın zamanı geldi! Biliyorum uykuda sıcak ve güvendesin ama artık gözlerini aç!

Senin konfor alanının dışında koskoca bir yaşam daha var…

Işık ve sevgiyle kalın!