Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı iki önemli temele dayanıyordu: Birincisi tam bağımsızlık, diğeri çağdaşlık… Biri olmadan diğerinin olması mümkün değildi. Bu iki özellik onu, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışını ilerici kılmaktadır. 

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın sağladığı prestijle çağdaşlaşmanın, devrimlerin önünü açtı. Çünkü sadece askeri başarılara dayanan başarıların sürdürülemez olduğunun farkında olarak, daha büyük başarılara imza atmak amacıydı. Nitekim askeri zaferin ardından, Lozan görüşmeleri henüz sürerken şunları söyleyen de Atatürk’tü: 

“Arkadaşlar! Bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar elde ettiği zaferler memleketinizi gerçek kurtuluşa ulaştırmış sayılamaz. Bu zaferler ancak gelecekteki zaferimiz için değerli bir zemin hazırlamıştır. Askeri başarılarımızla böbürlenmeyelim. Yeni bilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım”.

Dolayısıyla Lozan’dan arta kalan sorunları bile barışçı yollardan çözmeye çalışan yine Atatürk’tü. Milliyetçiliği bir kültür, bir uygarlık savaşı olarak görmekteydi. Ümmetten millet, kul ve tebaadan birey ve vatandaş yaratmanın peşindeydi. 1931’de, “Yurtta barış dünyada barış için çalışıyoruz” diyen de Atatürk’tü. Oysa aynı yıllar Hitler, Mussolini, Stalin, Franko ve Salazar’ın iktidarda olduğu yıllardı. Savaş ve yayılmacılık rüzgarı dünyada kol gezerken Atatürk, barış ve kalkınmanın peşindeydi. Milliyetçiliği laik bir kimliğe büründürmek, ümmet bilincinden toplumu arındırmanın çabasındaydı.

Milliyetçilik anlayışı Alman tipi bir milliyetçilik (ırkçı) değildi. Fransız tipi bir milliyetçilik (kültür) idi. 

1924 Anayasası ve bu anayasa üzerine yapılan tartışmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik temeller üzerine kurulduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Aslında Türklük kavramına yüklenilen içeriğin 1876 Anayasası’nda tanımlanan Osmanlılık kavramından (madde 8) farklı olmadığı dikkat çekicidir. Nitekim sonraki yıllarda da Atatürk’ün yaptığı iki tanım, resmi milliyetçiliğin etnik ve dinsel kimliğe dayanmadığının açık bir göstergesidir. 1925’te “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımı ile 1930’daki “Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal bir topluluktur” tanımı bu anayasal ve tarihsel arka planın ürünüdür. İkinci tanım 1931 tarihli CHP Programında da yer almaktadır (Birinci Kısım, madde 2). Bu tanımın öncesinde CHP Programında “vatan” kavramının tanımı da yapılmaktaydı ve aslında bu tanım, milliyetçilik anlayışı ile örtüşen, yurtseverlik anlamı da içeren bir tanımdı (Birinci Kısım, madde 1):

“Vatan, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını koruyan eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasal sınırlarımız içindeki yurttur. 
Vatan, hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir bütündür”. 

 

Devrimlerin gelişim sürecine paralel olarak, 6 ilkenin aşamalı bir şekilde parti programına girdiğini söylemek gerekir. 1927 yılında toplanan CHF Kurultayı’nda kabul edilen Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik ilkelerine, 1931 yılında toplanan CHF Kurultayı’nda Devletçilik ve İnkılâpçılık ilkeleri ilave edildi. 1935 yılındaki CHP Kurultayı’nda ise, bu ilkeler Kemalizm olarak tanımlandı. 5 Şubat 1937 tarihinde ise 6 ilke Anayasa’ya girdi.

1938 yılında, Atatürk’ün vefatından kısa bir süre önce yayınlanan On Beşinci Yıl Kitabı’nda, CHP’nin milliyetçilik anlayışı şöyle anlatılmaktadır: 

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin milliyetçiliği, gerek bağımsız ve gerek başka devletin vatandaşı olarak yaşayan bütün Türkleri bir kardeşlik hissiyle sevmek, onların refahını dilemekle beraber dışarıdaki bu Türkleri, kendi siyasal faaliyet alanının dışında tutar. Partinin ve yeni devletin anlayışına göre, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Türk diliyle konuşan, Türk kültürüyle yetişen, Türk ülküsünü benimseyen her vatandaş hangi din ve kökenden olursa olsun Türk’tür. Bu esas Anayasada açıkça yazılıdır. Yeni Türk milliyetçiliğine göre, Türk milleti büyük insanlık ailesinin yüksek ve şerefli bir parçasıdır. Bu itibarla bütün insanlığı sever ve milli menfaatine ilişilmedikçe başka milletlere karşı düşmanlık beslemez ve bu yönde politika izlemez”. 

Etnik kimlikleri reddetmeyen, ancak bu kimlikleri ortak kimliğe, Türk kimliğe entegre olmasını isteyen, asimilasyoncu olmayan bir milliyetçilik anlayışını benimsemişti Atatürk. Coğrafya ile sınırlı olan ve coğrafyanın tarihsel mirasını da benimseyen bir milliyetçilik anlayışına sahip olan dönemin milliyetçiliği, yayılmacı emeller gütmemiş, İttihatçı mirastan uzak durarak İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı da başarmıştı. 

Atatürk’ün Türkiye’si sabanı kılıçtan güçlü bilmişti. Ekonomiyi, kalkınmayı, çağdaşlaşmayı her şeyin önüne koymuştu. Hatta Kurtuluş Savaşı’nın, tarihimin en önemli madalyası olan İstiklal Madalyasının üzerinde de bu eğilimleri görmek mümkündür.  

Kendinde hiçbir üstün vasıf görmeyerek kendini sadece “büyük Türk milletinin bir ferdi” olarak tanımlamanın güzelliği ve mütevazılığı hayranlık uyandırıcı… 10. Yıl Nutku Atatürk’ün uygarlık savaşçısı kimliğini, pozitif ve ilerici milliyetçiliğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır:  

“Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız”.

Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.

Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.

Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene!”

Kendini değil, milletini öne çıkaran, milletini öven, milletini motive eden, uygarlık savaşında milletini teşvik eden bir liderdir Atatürk. Uygarlık Savaşı’nın başarıyla sonuçlandığı gün de milletinden tek bir beklentisi vardır (Bu konuşmanın sonuna eklediği ve sonra sildiği):

“Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: BENİ HATIRLAYINIZ!"
Atatürk barışçı ve ilerici milliyetçilik anlayışı, çağdaşlaştırıcı kimliği ile hem tüm zamanların ve hem de sadece Türk milletinin değil tüm insanlığın pusulası, deniz feneri olmaya devam edecektir.