Mondros Ateşkes Antlaşması’nın (30 Ekim 1918) hemen ardından işgallerin başlaması, Mondros’un maddelerinin ve sahada uygulanmasının Sevr’in habercisi olduğu açıktı. İşgallerin dört bir yandan sağanak gibi başlaması ve bu işgaller karşısında Padişah Vahdettin ve hükümetlerinin sessiz kalması hatta kolaylaştırıcı/işbirlikçi bir tavır sergilemesi karşısında halkın tek çaresi kendi başının çaresine bakmaktı.

İlk başta sığınılan yer Wilson İlkeleriydi. Ocak 1918’de ilan edilen ilkeler, özünde ABD’nin ekonomik yayılmacılığının önündeki engellerin kaldırılmasına yönelikti. Özelde her milletin kendi kaderini tayin hakkını kapmaktaydı. Aslında bu ABD’nin ekonomik yayılmacılığının önündeki klasik sömürgeciliğin kaldırılmasına yönelikti. Ancak diğer taraftan her millete de kendi topraklarında bağımsız olmayı vaat ediyordu. Bu elma şekeri niteliğindeki vaat, Türklerden çok Osmanlı gayrimüslimlerinin, Ermeni ve Rumların lehine uygulanacaktı.

Türk ve Müslüman halk bunu kısa sürede fark ederek işgallerin hızına paralel hızla örgütlenmeye girişti. Örgütlenmelerin öncüsü asker-sivil bürokratlar, aydınlar, eşraf ve elbette önemli ölçüde İttihatçı kadrolar, onların örgütlenme deneyimleriydi. Önlerindeki en büyük engel Padişah ve hükümetlerin bu sürecin dışında ve hatta karşısında olmalarıydı. Ayrıca örgütlenmeler yerel nitelikten öteye geçemiyorlardı. Ortak ve ulusal bir amaç etrafında birleşmeleri için birleştirici bir öndere ihtiyaç vardı. Bu, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk olacaktır.

Trabzon’daki ve Erzurum’daki örgütlenme, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihileri arasındaki birlikte, Erzurum Kongresini düzenlediler. Bu kongre, Milli Mücadele’nin en önemli kongrelerinden biridir. Karadeniz’i ve Doğu Anadolu’yu kapsayacak ölçekteki kongreye Atatürk de katıldı ve kongrenin başkanlığına seçildi. Ayrıldığı askeri görevlerinden sonra milletin bir ferdi olarak ve seçilerek, halk desteği ile kurtuluşa hizmet etti.

Erzurum Kongresi’nden önce Haziran 1919’da Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum vilayet kongresi yapıldı. Kongreye Erzurum şubesi bir rapor sundu. Bu raporda günümüzdeki Türklük-Kürtlük ayrılığı çıkarmaya yönelik çabalara değinilmekte ve günümüzdeki pek çok tartışmaya cevap niteliğinde değerlendirmeler yapılmaktadır:

“Her şeyde üstat mertebesine ulaşmış olan Avrupa, istila, zorbalık emellerini yürütmek, yönetimleri altına alacakları yabancı milletlerde tepki meydana getirmemek için yeni bir istila yöntemi icat ettiler ve uygulamaktadırlar. Civilization (sivilizasyon) yani medenileştirme yöntemini ve barışçı yolları denemektedirler.

Bu yöntemin dayandığı başlıca ilke, ‘birbirine düşür, sonra ele geçir’ yöntemidir. Toplumu oluşturan asli unsuru, din, dil, gelenek gibi noktalarda çöküntüye uğratmak politikası izlenmektedir. Hindistan’daki İslam hükümetleri, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Endülüs gibi Hıristiyan yönetimine geçen ve milli benliklerini yitiren İslam ülkeleri hep bu yöntemin kurbanı oldular. Bugün Doğu vilayetleri de aynı akıbet karşısında bulunmaktadır. Burada tefrika yani birbirine düşürme ve milleti çökertmek için bir takım propagandalar başlamıştır. Bunları layığıyla anlamak ve gereken savunmayı/korunmayı yapmak için bilimsel olarak durumun ortaya konması gerekmektedir.

Doğu vilayetlerinde yürütülen propagandalar başlıca üç kaynaktan güç ve yardım almaktadır:

- Ermeni propagandaları

- Avrupalıların yönlendirmeleri

- Şahsi menfaat peşinde koşan kimselerin propagandaları

Bu üç kaynaktan beslenen fikirler iç bünyeyi çökertmeye, birbirine düşürmeye, hürriyet ve istiklalimizi gasp etmeye yönelik şu esasları kapsamaktadır:

- Türklük, Kürtlük meselesi çıkarmak.

- İstanbul siyasetinin Anadolu’yu ihmal etmesine ilişkin şeyleri Türklere mal ederek Kürt-Türk arasında nefret yaratmak.

- Bir Kürt hükümeti kurmak perdesi altında Doğu vilayetlerinin gençlerinin birleşmesini engellemek.

- Çeşitli sebeplerle Kürtlerle Kürtleri birbirinin aleyhine çevirerek azınlık konumundaki Ermenilerin egemenliklerini sağlamak için ortam ve zaman yaratmak.

Bu dört başlığı layıkıyla açıklamak için yukarıdaki üç kaynaktan yola çıkarak açıklayacağız:

Türklük-Kürtlük meselesi:

Ermenilerin bu konudaki faaliyetleri gayet önemlidir. Ermeniler genç Kürtlerle hamiyetli, dindar Kürtlerin izzet-i nefsini okşamak için Kürtlerle Ermenilerin aynı ırka mensup olduklarını ileri sürmektedirler. Ermenilerin bu iddiası uydurma olup bilimsel ve tarihi açıdan kıymeti yoktur. Kürtleri kandırmak için ortaya attıkları bu iddiayı yalanlayan en büyük örnek, Ermenilerin Kürt ve Türk ayırmadan yaptıkları katliamlardır.

Bir milletin diğer bir milletten ayrımı için en önemli ölçüt; din, karakter, gelenek ve dil gibi farklardır. Dünyada sağlam bir ırk mevcut olmadığından ırk nazariyesi bugün bütün bilim dünyasınca reddedilmektedir. Kürt ve Ermeni arasında ne dince, ne karakterce ve ne de gelenek itibarıyla bir bir bağ olmadığı gibi tarihi açıdan da bir akrabalıkları yoktur. Bunu biraz açıklayalım:

Din farkı:

Ermeniler İsevi, Kürtler Müslüman’dır. İseviyetin (Hıristiyanlığın) buralarda yayılmaya başladığı zaman yani M.S. 2. Yüzyılın başlarında yine Ermeni ve Kürt ayrı ayrı varlardı. Eğer Ermenilerin iddiası gibi Kürtler, Ermenilerin bir kısmı olsaydı onların da Hıristiyan olması gerekirdi. Bir bölgede yaşayan ve aynı idareye ve aynı kültüre sahip bir kavmin/milletin yarısı bir dine yarısı diğer bir dine bağlı olması tarihte görülmüş değildir, bu ihtimal hayal bile edilemez. Bu nedenle Kürtlerle Ermeniler arasında bir akrabalık bulunmamaktadır.

Karakter:

Karakter olarak Kürt ve Ermeni arasında büyük fark vardır. Bu iki kavmin karakterleri incelenirse aralarında hiçbir bağ olmadığı açıktır. Milletlerde hakim olan karakter ırsi bir çok ilerlemenin sonucu bulunduğundan karakterleri arasında ilişki ve benzerlik bulunmayan milletlerin diğeriyle akrabalıkları kabul edilemez.

Bir araştırmacının Kürt ve Ermeni karakterine ilişkin tespitlerine Türk’ün karakterini de ilave ederek aşağıya yazıyoruz:

Kürt

Ermeni

Türk

Asabiyet-i idariye

Hiddet

Asabiyet-i gayr-ı iradiye

Mübalağalı bir oynaklık

Asabiyet-i iradiye

Ciddiyet ve ağırbaşlılık

Gayrı tüccar maziye sa/hip

Tüccar

Maziye gayr-ı sahip

Tüccar ve zürra’

Maziye sahip ve merbut

Sükuti

Zekada vüs’at

Velveleci

Zekada mahdudiyet

Sükuti, vakur,

Zekada vüs’at ve kabiliyet

Sebatkar

Sebatsız, efsaneci

Sebatkar, vefalı, hakperest

Bu karakter cetvelinin incelenmesi gösterir ki Ermenilerin karakteri Kürt’ün karakteri ile taban tabana zıttır. Oysa Türk-Kürt karakteri büyük ölçüde ortaktır. Bundan dolayı Türk ile Kürt arasında dini bağın yanı sıra ırki ve soyca bir bağın olduğunu da teslim etmek gerekir.

Gelenek:

Ermeni masalları ve gelenekleriyle Kürt masalları ve gelenekleri arasında kesinlikle bir bağ yoktur. Oysa Türk ve Kürt gelenekleri, masalları tamamen ortaktır. Kürt ve Türk masallarındaki vefakarlık, kahramanlık, saf ve samimi aşk örnekleri tamamen aynıdır. Düğün, bayram ve aile ilişkileriee ilişkin gelenekler de büyük ölçüde aynıdır. Bu bakımdan Kürt ile Türk’ün bir soya mensup oldukları fakat Ermenilerin asla bağlantılı olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Tarih:

Tarihe gelince Ari ırka mensup Ermeniler, İran istilasından sonra buralara gelmişlerdir. Oysa o tarihten yüzyıllarca önce Turani olanlar buralara yerleşmişler ve bir medeniyet kurmakta başarılı olmuşlardır. Kürtlerin bunlarla akraba olduğu şüphesizdir. Yukarıdaki din, karakter, gelenekler hakkındaki özet, Kürtlerin Turanilerle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. İslamiyet’ten sonra Doğu vilayetleri tarihi, Kürt ile Türk’ün ortak faaliyetlerinin ürünüdür. Bugün de Doğu vilayetleri kimliği, bu iki kardeş kavimden ibarettir. Uzun bir süre İran egemenliğinde kalan buralar, İran’dan etkilenmiştir, Kürtçede İran etkisi dolayısıyla dilsel özellikler kayba uğramıştır. Kürtçenin bugünkü şekli, asıl şeklini kaybetmiştir. Anca bugünkü Kürtçenin Türkçe ile olan ilişkisi kapsayıcı ve açıktır.

Tarihi ve ırki bağları görmezden gelsek bile Doğu vilayetlerinde Türk ile Kürt’ü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ekonomik, dini ve kültürel bir şekilde birbirine karışmış olan Kürt ile Türk’ün evlilik nedenlerle kanları birbirlerine o kadar karışmıştır ki bir Kürt aynı zamanda bir Türk’ün dayısı, halazadesi, damadı, eniştesidir. Bu aile bağlarını kırmaya çalışmak kutsal değerlere tecavüz değil midir? Bir Kürt, Türk diye yeğenlerini, dayısını, damadını, torunlarını nasıl reddedebilir? Bu ayrılıkları çıkaranlar milletin namus ve hayatıyla oynayanlardır.

Bununla birlikte Doğu vilayetlerinde Türk Kürtsüz, Kürt Türksüz yaşayamaz. Musul’un güneyinden başlayarak Urfa’ya, Halep’e, Hazar denizinden Küçük Asya’ya kadar uzanan arazide Türkler çoğunluğu oluşturmakta ve Kürt toplulukları bu iki hat arasında ve aynı zamanda Türklerle karışık bir halde bulunuyorlar. Tüm bunların ışığında geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türk ile Kürt’ün aynı tarih, aynı menfaat, aynı hayat sahibi olacaklarını kabul etmemek mümkün değildir. Bu kadar derin bağlarla birbirine bağlı olan Doğu vilayetleri Türk ile Kürt’ünü ayırmak her ikisine de ölüme mahkum etmek demektir. Ruslar, Türklerin birleşmesine izin vermemek için kuzey Türklerini Tatar diye tanımlayarak güney Türkleriyle bağları olmadığını iddia ettiler. İşte Ermeniler ve dostları da Doğu vilayetlerinde Türklük-Kürtlük meselesi yaratarak aynı siyaseti güdüyorlar.

8 Haziran 1919 tarihli bu rapor, Cumhuriyeti kuran kuşağın fikri temellerinin nereden beslendiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim Misakı Milli sınırları, Mondros sonrasında işgal edilmemiş Osmanlı topraklarını esas alırken Türk ile Kürt’ü, diğer etnik unsurları birlikte değerlendirmiştir. Doğu vilayetlerindeki Türk-Kürt birlikteliği, Lozan’da da birlikte değerlendirilmiştir. Arap coğrafyası dışarıda bırakılırken tarihsel olarak yüzyıllardır birlikte yaşayan Türk ve Kürtlerin, emperyalizme, Ermenilere ve şahsi menfaat peşinde koşanlara aldanmadan birlikte hareket etmeleri tezi, genel toplumsal mutabakatın ürünü olduğu kadar Atatürk başta olmak üzere Türk Kurtuluş Savaşı’nı yürütenlerin ev Cumhuriyeti kuranların ortak anlayışı olarak günümüze de ışık tutmaktadır. Bu ışık, ayrışmayı değil birlikte yaşamayı bize hedef olarak göstermektedir.

Kaynak: Bekir Sıtkı Baykal, Erzurum Kongresi ile İlgili Belgeler, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yaüy., Ankara, 1969.