Yakın dönem Türkiye tarihine baktığımızda siyasal çatışmaların ağır bastığı görülmektedir. Partilerin bir araya gelip iktidar karşısında işbirliği yaparak, ortak adaylarla seçimlere girdikleri pek görülmez. Zaten iktidarlar da böyle bir birleşik cepheyi karşılarında görmek istemez. Örneğin 1957 seçimleri öncesinde DP, muhalefet partilerinin kendi karşısında bir işbirliğine gitmelerini engelledi. CHP, Hürriyet Partisi ve Cumhuriyetçi Millet Partisi seçim işbirliği yapamadılar.

2017-2018 sürecinde Türkiye’de yaşanan sistem değişikliği, ülkedeki kutuplaşma siyasetini tırmandırsa da muhalefet partileri arasında seçim işbirliği yapma imkanı da yarattı. Cumhur ittifakı karşısında oluşturulan Millet ittifakı, uzun yıllar süren bir aradan sonra iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi yaratabildi. İttifakın oluşumunda şüphesiz aslan payı CHP lideri Kılıçdaroğlu’na aittir. Nitekim kurulan ittifak, 2019 yerel seçimlerinde başta Ankara ve İstanbul olmak üzere birçok büyük şehrin kazanılmasını sağladı. Bu ittifakın benzer bir başarıyı, ama çok daha büyük bir başarıyı elde edip edemeyeceğini 2023’te hem cumhurbaşkanlığı ve hem de milletvekili seçimlerinde göreceğiz.

Aslında Osmanlı’dan günümüze yaklaşık 145 yıldır seçim yapıyoruz (1877’den beri). 1877 seçimlerinden 73 yıl sonra, ilk kez 1950’de seçimle iktidarı değiştirebildik. Bu, Cumhuriyetin kurucu kültürünün, Atatürk’ün demokrasi idealinin bir sonucu idi. Ancak burada İnönü faktörünü ve etkisini ihmal etmek haksızlık olacaktır. O tarihten günümüze kadar da 73 yıl geçti. Ancak aradan geçen 73 yılda seçimle iktidar değiştirmeyi gelenekleştiremedik, olağanlaştıramadık. Sıklıkla darbelerle karşılaşan demokratik hayatımız, iktidarların da geldikleri gibi gitmeyi kabul etmemeleriyle muzdarip oldu. 1950’den 73 yıl sonra iktidarı bir kere daha seçimle değiştirmeyi başarıp başaramayacağımızı bir 8-9 ay içerisinde öğreneceğiz.

İktidar cephesi aday noktasında sorunsuz. Adayları belli: Cumhurbaşkanı Erdoğan. Millet ittifakı açısından aday belirleme sorunu ortada. Adayın kim olacağı kadar, adayın hangi yöntemle belirleneceği meselesi ciddi bir sorun. Adayı altılı masanın belirleyeceğini biliyoruz. Ancak altılı masa adayı nasıl belirleyecek? 6 liderin her biri bir adayla mı masaya gelecek? Masada kararlar oybirliği ile mi alınacak? Oy çokluğu ile mi olacak? Eşitlik halinde ne olacak? Bir de her genel başkanın oyu eşit mi olacak? Malum partilerin oy yüzdeleri eşit değil. % 25 ya da % 15 oyu olan ile % 1-2 oyu olan eşit mi olacak? Anlaşmazlık halinde bir B planı var mı? Tek adaydan vazgeçip çoklu adayla seçime gitmeyi hiç konuştular mı? Masanın dağılma ihtimali var mı?

Kılıçdaroğlu’nun son çıkışları kendi adaylığını garantiye almaya yönelik olarak yorumlanabileceği gibi, partililerinden aday belirleme konusunda vekalet alma anlamına da gelebilir. CHP’nin masaya getireceği adaylar Kılıçdaroğlu, Yavaş ve İmamoğlu. Dördüncü bir isim olur mu? Sanmıyorum. Dördüncü bir isimle masaya gelmek sürpriz olacaktır. Yavaş ve İmamoğlu’nun masaya getirilmesini Akşener’in açıkça destekleyeceği tahmin edilebilir. Kılıçrdaoğlu’nun olası adaylığına nasıl bir tepki verecektir Akşener? Tahmin etmek kolay değil. Masaya ismin getirilmesi başka, bir ismin dayatılması başka elbete. Nitekim Akşener bunu ifade etti. Masanın “noter” olmadığını belirtti. Babacan ve Davutoğlu’nun masaya kendi adaylarıyla gelip gelmeyeceğini açıkçası merak ediyorum. DP lideri Uysal, sanırım en uyumlu genel başkan konumunda. Karamollaoğlu da Babacan ve Davutoğlu kadar sıkıntı yaratmayabilir.

Hiç şüphesiz yakın dönüm Türkiye tarihinde 6 liderin bir araya gelebilmesi ve bir demokrasi ittifakı yapabilmeleri, bunun aylardır bir masa etrafında toplanabilmeleri büyük bir başarıdır. Güçlendirilmiş parlamenter sistem vurgusu ve uzlaşması son derece önemli. Ancak son derece yetersiz. Devamı gelmeli. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyoruz. Nitekim bu durum iktidarı da bir hayli zorluyor. Yakın tarihimiz ekonomik krizlerin iktidarları mutlaka götürdüğünü söylüyor. 1989-91 krizleri ANAP’a, 1994 krizi DYP-SHP’ye ve 2001 krizi DSP-MHP-ANAP’a kaybettirdi. Eğer muhalefet bloku kriz karşısında çözüm üretemez, seçmene umut olamazsa, tarihimizde ilk kez iktidar ekonomik krize karşı bile seçim kazanabilir.

Seçmen parlamenter demokrasinin yeniden inşası kadar işsizlik, ekonomik kriz, yolsuzluk, liyakatsizlik, yandaşların kollanması, göçmen sorunu gibi konularda muhalefetin farklı ve somut çözümler ortaya koyduğunu görmek isteyecektir. Gelecekteki güzel günler noktasında seçmen ikna olmazsa, Dimyata pirince gitmeyip evdeki bulgurla yetinebilir. Bu sosyal ve ekonomik sorunların çözülmeyip daha kaotik bir sürecin bizi beklediği düşüncesi seçmeni ürkütebilir.

Aday belirlemenin zorluğu ortada. Altılı masada adayda uzlaşamayıp tıkanırsa, tüm partililerin katıldığı bir ön seçimle adayını belirlemek ister mi acaba? Daha yakın zamanda İngiltere’de Muhafazakar Parti kademeli bir önseçimle adayları yarıştırarak başbakan seçti. Benzer bir şeyi altılı masadaki liderler tıkanma anında deneseler iyi bir demokrasi dersi olmaz mı? Düşünsenize 3 milyon civarında partili oy kullanarak cumhurbaşkanı belirliyor. Sanırım bize demokraside sınıf atlatacak bir deneyim olur.

Muhalefet cephesinde seçimi çantada keklik görmenin yanılgıya yol açabileceğini söylemek gerekir. Macaristan deneyimi bunu açık bir şekilde göstermektedir. 1908’de İttihatçılar iktidara geldiklerinde somut bir reçete ortaya koymamışlardı. Meşruti demokrasinin, hürriyeti ilan etmenin bütün sorunları çözeceğine inanıyorlardı. II. Abdülhamit gidecek bütün dertler bitecekti. Ancak hiç de öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Dolayısıyla Erdoğan’ın gitmesinin ve parlamenter demokrasinin bütün sorunları çözeceğini iyimser bir şekilde ummak yanıltıcı olabilir. Kara ya da pembe bir tablo çizmekten ziyade gerçekçi bir tablo ortaya konmalıdır.