I

Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’de yılları erkeklerin cephede olması nedeniyle kadınların toplumsal ve ekonomik hayatta varlıkları bir zorunluluk olarak artmıştı. Tüm bu arka plana rağmen kadınların siyasal, toplumsal ve ekonomik hayatta yer almaları hiç de kolay olmadı. Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı siyasal ve toplumsal miras pek de parlak değildi. Nüfusun büyük bölümü (%80’den fazlası) köylü idi, okuryazarlık oranı çok düşüktü (% 3-5 civarı, kadınlarda % 1’in altındaydı). Dolayısıyla geleneksel/dinsel bir toplum yapısında kadınların siyasal ve toplumsal hayatta rol oynamaları pek de beklenemezdi. İşin daha vahim tarafı ise, bırakın toplumu, dönemin okumuş, eğitimli yöneticileri bile kadınlara siyasal haklarını vermekte pek de istekli olmadıklarıydı.

1924 Anayasası TBMM’de tartışılırken kadınların siyasal hakları gündeme geldi. Anayasanın 9. Maddesi seçme ve 10. Maddesi ise seçilme hakkını düzenliyordu. Her Türk vatandaşının seçme ve seçilme hakkının olduğunun belirtildiği maddelere milletvekilleri itiraz ettiler. Gerekçeleri buna kadınların da dahil olabilecekleri endişesiydi. Bu sırada Urfa milletvekili Yahya Kemal (Beyatlı) Bey’in “Otuz yaşını ikmal eden, kadın ve erkek her Türk mebus intihap edilmek salâhiyetine haizdir” şeklindeki madde değişiklik önerisi oylamaya sunuldu. Oturum başkanı bu maddeyi oylamaya sundu. Ancak ne yazık ki, milletvekilleri bu öneriyi reddettiler. Üstelik alkışlarla!... Kütahya milletvekili Recep (Peker) Bey, buna tepki göstererek, “Kadına hak vermediniz. Bari alkışlamayın yahu!.” dedi. Bu nedenle söz konusu maddeler, “her Türk erkek…” şeklinde düzenlendi. Dolayısıyla Saltanatı ve halifeliği kaldıran devrimci ama “erkek” Meclis, kadınlar konusunda devrimci tavır sergileyemiyordu.

1924 Anayasası tartışmalarında da görüleceği üzere hem toplumsal tabana hem de yönetici elitlere kadınlara hak vermeyi kabul ettirmek hiç de kolay değildi. Bunun üzerine Atatürk bu konuyu kademelendirerek/zamana yayarak, aşama aşama topluma ve yönetici erkeklere kabul ettirdi. Örnekleyecek olursak:

  1.        -1924-25 öğretim yılında ilkokullarda,
  2.        -1927-28 öğretim yılında ortaokullarda ve
  3.        -1928-29 öğretim yılında liselerde karma eğitim (kız ve erkek) başladı.

Kadın-erkek eşitliği bağlamında:

  1.         -Medeni Kanun ile hukuki eşitlik (1926)
  2.          -Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı (1930)

1930 yılında TBMM’de kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. Oylama 316 milletvekilinin 198’i katılarak kabul oyu verdi. 117 milletvekili oylamaya katılmadı. Tümünün karşı çıktığı varsayılmasa bile, oylamaya katılmayanların önemli bir bölümünün bu hakka karşı çıktıları söylenebilir.

  1.        -Milletvekili seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı (1934).

II

AK Parti 2007’de Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolması üzerine Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü aday gösterdi. CB seçiminden dört ay önce ortaya atılan 367 tartışması, sonraki yıllara da damgasını vurdu. Anayasa'nın 102. maddesine göre, cumhurbaşkanı seçiminde, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) şartı vardı. Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 26 Aralık 2006 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısında, Anayasa'da belirtilen 367 şartının sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu görüşünü ileri sürdü. Kanadoğlu’na göre oylamalara en az 367 kişinin katılması şarttı; aksi takdirde sonucun geçersiz sayılmalıydı.

CB seçimi için ilk tur oylama 27 Nisan 2007 tarihinde yapıldı. Toplam 361 oy kullanıldı. Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylamanın ardından CHP 367 şartı gerekçesiyle iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurdu. Aynı günün akşamı yani 27 Nisan akşamı, Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine bir basın açıklaması konuldu. Bu, daha sonra e-muhtıra olarak tarihe geçti. Metinde laiklik vurgusu yapılırken, 367 krizinde de AK Parti karşısında tavır alınmış oldu. Anayasa Mahkemesi oylamadan birkaç gün sonra, 1 Mayıs 2007 tarihinde, 367 şartı iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti. CHP, adayın uzlaşmayla belirlenmediği gerekçesiyle ilk oylamaya katılmamıştı. Bu tavrını sonraki oylamalarda da sürdürdü. 6 Mayıs'ta yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının (367) bulunamayışı yüzünden 11. Cumhurbaşkanı seçilemedi. 2002-2007 döneminde parlamentoda sadece 2 parti (AK Parti ve CHP) vardı; 1999-2002 döneminin koalisyon ortakları baraj (% 10) altında kalarak parlamentoya girememişlerdi.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, AK Parti erken genel seçim kararı aldı. YSK seçim takvimi açısından 22 Temmuz 2007 tarihini belirledi. Genel seçimlerin ardından TBMM’nin ilk gündem maddelerinden biri CB seçimi idi. Meclis’e giren MHP oylamaya katılarak 367 krizinin yeniden doğmasına izin vermedi. Gül’ün CB adaylığı devam etti ve ilk iki turda 367 oy alamayan Gül, 28 Ağustos'ta yapılan üçüncü turda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. cumhurbaşkanı seçildi. Böylece Nisan ayında başlayan cumhurbaşkanı seçim krizi sona ermiş oldu.

CB seçimi tamamlanmış olsa da, CB seçim sistemi konusu kapanmadı. Hatta konuya ilişkin tartışma yeni başlıyordu. AK Parti, Mecliste yaşanan tıkanmayı fırsata çevirerek CB’yi halkın seçmesine ilişkin bir öneri getirdi. Böylece Meclis’te yaşanan tıkanma ve engelleme bir daha yaşanmayacaktı. 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumu, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere bazı anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasını kapsamaktaydı. Anayasa değişikliği % 68,95’lik çoğunlukla kabul edildi. AK Partinin yanı sıra küçük partiler sistem değişikliğini desteklerken CHP açıkça karşı çıkan bir kampanya yürüttü. MHP’nin tavrı ise ilginçti. Meclis’te anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulmasına evet diyen MHP, halk oylaması sırasında hayır’dan yana tavır sergiledi.

CB’yi halka seçtirmek ilerici ve demokratik bir adım olarak sunulurken değişikliğin daha köklü bir değişikliğin kapısını açacağı dikkatlerden özenle uzak tutuldu. CB’yi halka seçtirmek, yürütmenin başının kim olacağı, CB-Başbakan rekabetine yol açacağı ve bunun fiili bir yarı başkanlık sistemi olacağı 2014 yılından sonra gündeme geldi. O tarihte de artık Abdullah Gül, Meclis tarafından seçilen son CB olarak görevini tamamlamış ve Erdoğan halk tarafından seçilen ilk CB olmuştu. Aslında 1961 yılında 27 Mayıs’in lideri Cemal Gürsel de CB’nin halk tarafından seçilmesini istemiş ama İnönü bu isteği geri çevirmişti.

10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan seçimde Erdoğan % 51,79 oy alarak seçimi ilk turda kazandı. Muhalefetin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ise % 38,44 oy aldı. Diğer muhalif aday Selahattin Demirtaş ise % 9,76 oy aldı. İhsanoğlu’nu CHP’nin yanı sıra –şimdi Cumhur ittifakı içerisinde yer alan- MHP ve BBP de destekledi.

2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri, AK Parti ile MHP arasında yakınlaşmaya yol açmıştı. AK Parti, siyaseten terörle mücadele noktasında MHP çizgisine yakınlaşarak, iki parti arasında günümüzde de sürmekte olan ittifakın temellerini atmış oldu. Bu süreçteki bir başka önemli dönüm noktası da 15 Temmuz 2016 darbe girişimidir. Bu darbe girişimi iki parti arasındaki ilişkileri derinleştirdi. Darbe girişimi sonrası dönemde anayasa değişikliği için 16 Nisan 2017'de gerçekleşen halk oylamasına gidildi. 1982 Anayasası'nın 18 maddesinde yapılan değişikliklerini oylandı. AK Parti Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından desteklenen anayasa değişikliği ilgili tartışmalar uzun süre gündemde kaldı. MHP’nin desteğiyle anayasa değişikliği TBMM’den geçti ve halk oylaması kararı alındı. Değişiklik paketi, yürürlükteki parlamenter sistemin kaldırılarak yerine başkanlık sisteminin getirilmesini, başbakanlık makamının ortadan kaldırılmasını, TBMM’deki milletvekili sayısının 550'den 600'e çıkarılmasını ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısında değişiklikler yapılmasını kapsamaktaydı. Referandum olağanüstü şartlara ve muhalefet açısından olumsuz şartlarda gerçekleşti. Tüm % 51,1 evet, % 48,8 hayır oyu çıktı. Böylece sistem değişikliği gerçekleşmiş oldu. Bütün gücün CB’de toplandığı, yürütme erkinin yasama ve yargı üzerinde etkisinin daha da arttığı yeni bir sistem kabul edilmiş oldu.

Görev süresi 2019 yılı son aylarında dolacak olan Erdoğan seçimleri 2018 yılına alarak erken seçime gitme kararı aldı. 24 Haziran 2018 tarihinde hem TBMM ve hem de CB seçimleri yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan cumhurbaşkanlığına yeniden aday oldu. Selahattin Demirtaş da ikinci kez adaylığını koydu. Muhalefetin diğer adayları ise Muharrem İnce, Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek idi. CB seçimini ilk turda oyların salt çoğunluğunu alan Erdoğan kazandı. Erdoğan % 52,5, İnce, % 30,6, Demirtaş % 8,4 ve Akşener % 7,2 oy aldı.

Dolayısıyla 11 yıllık bir süreçte kademeli olarak Türkiye parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmiş oldu.

III

Cumhur ittifakı karşısında –kesinleşmese de- tek adayla çıkacak gibi görünen Millet İttifakı 28 Kasım 2022’de Güçlendirilmiş Parlamenter sisteme geçmeyi vaat eden bir anayasa değişikliğini önerisini açıkladı. Muhalefet seçimi kazanırsa yine kademeli bir şekilde parlamenter sisteme geçecek gibiyiz. Cumhurbaşkanının tarafsızlığı, bir defalığına 7 yıl için seçilmesi ve partiler üstü kimliği öneride şöyle ifade edilmektedir:

1. Cumhurbaşkanı

A. Nitelikleri, adaylığı ve tarafsızlığı

Madde 101 – Cumhurbaşkanı, kırk yaşını tamamlamış, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir.

Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır. Bir kimse ancak bir defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

Bir kişinin Cumhurbaşkanlığına aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, siyasi parti grupları, en son yapılan genel seçimde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler ile en az yüzbin seçmen aday gösterebilir.

Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.

Görevi sona eren Cumhurbaşkanı, bir siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi veya denetçisi, bakanlar kurulu üyesi olamaz; seçimle gelinen herhangi bir siyasi görev üstlenemez.

Cumhurbaşkanını hakle seçtirmek 2007’de kabul edilen değişikliği benimsemek anlamına gelmektedir. Başbakanlığı da yeniden ihdas etmek ise, 2017 anayasa değişikliğini reddetmek demektir. Dolayısıyla anayasa önerisini 2007-2017 arasında döneme karşılık gelmektedir. AK Parti döneminde bu değişiklik başkanlık sistemine geçiş için bir aşama iken, yeni öneride parlamenter sisteme geçiş için bir aşama durumundadır. Dolayısıyla Millet İttifakının önerisi nihai bir durumu değil, bir aşamayı ifade etmektedir. Nitekim CB’yi halka seçtirmekten ilk aşamada vazgeçmemenin nedenlerinden biri de iktidara bu konuda koz vermemek olsa gerektir. CB seçiminin nihai aşamada parlamentoya geçeceğini söylemek mümkündür. Ancak Millet İttifakı bunu dillendirmeyi erken ve kendine aleyhine bulmuş olmalıdır.

Madde 106’da eskiden olduğu gibi CB’ye gerektiği hallerde Meclis Başkanının vekalet edeceği belirtilmektedir, ki bu, eski uygulamaya dönüşün dikkat çekici örneklerindendir.

Madde 109’de ise Bakanlar Kurulu ve Başbakana yeniden dönüş söz konusudur.

Anayasanın 104. Maddesinde CB’nin görev ve yetkileri konusu ele alınmaktadır. Cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı yetkiler sıralanırken a bendinde gerekli gördüğü takdirde, “… Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek” ifadesi yer almaktadır. Bu madde de öneriye geçici olarak giren maddeler biri olsa gerektir. Çünkü CB’ye Meclis seçimlerini yenileme yetkisi 1924’te Atatürk’e bile verilmemişti. Erdoğan da ancak Meclis seçimlerini kendi seçimini de yenilemek kaydıyla yenileyebilme hakkına sahip. Oysa anayasa önerisinde Millet ittifakı CB seçimleri de yenilenir, demiyor. Bunun nedeni CB seçimini kazanacak muhalefetin Meclis’te anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşamama durumunda seçimleri yenileme imkanını elinde bulundurmak istemesine bağlamak mümkün.

Sonuç olarak inceleyebildiğim kadarıyla anayasa değişikliği önerisi üzerinde iyi çalışıldığı, olası boşlukların ve tıkanmaların nasıl aşılacağının hesaplandığı görülüyor. Ancak tüm bu hesaplamalar belki de 10 yıllık bir geçiş sürecinin olabileceğini de ortaya koyuyor. Neticede yeniden kademeli bir devrim süreciyle karşı karşıyayız. Toplumların tarihinde köklü değişikler bazen parçalara ayrılarak kademeli olarak yapılır. Değindiğim üç örneğe saltanat ve hilafetin de kademeli olarak kaldırıldığı gerçeğini eklemek isterim.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken çağdaş, kuvvetler ayrılığına dayalı, kurumsallaşmış ve seçimle iktidarın değişiminin gelenekleştiği bir demokrasinin toplumsal çimentomuz olacağını belirtmek isterim.