Anadolu Ajansı’nın bugün itibarıyla Edirne’den geçtiği habere göre, “Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açmasının ardından ülkeden kara yoluyla tahliye edilmeye başlanan Kırım Tatar Türkleri Türkiye'ye gelmeye başladı.
Dışişleri Bakanlığının organizasyonuyla Ukrayna'dan getirilen kadın ve çocukların olduğu 45 kişilik grup Kapıkule Sınır Kapısından Türkiye'ye giriş yaptı”.
Bu haber, tarihe dönüp bakmayı gerektirdi benim için. Osmanlı İmparatorluğu küçülmeye başladığında içeriye, Anadolu’ya ilk göçü Kırım’dan, Kırım Tatarlarından almıştı. Bu tarihsel arka plana bakmakta fayda var. 
Osmanlı İmparatorluğu, geleneksel bir tarım imparatorluğu olarak –Roma imparatorluğu ile benzer bir şekilde- imparatorluk ahalisini, imparatorluk siyasetinin bir gereği olarak, imparatorluk sınırları içerisinde bir yerden bir başka yere iskan etti. Bunun tipik örneği Balkanların fethi sırasında Anadolu’daki Türk/Müslüman nüfusun Balkanlara zorunlu yerleşimidir. Anadolu’da Osmanlı’nın başına dert olan Karamanoğlu Beyliğinin nüfusunun dağınık bir şekilde Balkanlara iskan edilmesi de manidardı ve bu da imparatorluk siyasetinin bir parçasıydı. Aynı siyaset 16. yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs’ın fethi sırasında da yaşandı. İskan, sürgün ya da şenlendirme siyaseti Müslim ve Gayrimüslim ayrımı yapmamaktaydı. İzlenen siyasetin bir parçası olarak her kesim sürgün ve iskan politikasının öznesi olabilmekteydi. Konar-göçerler de zaman zaman iskan edilmeye çalışılıyordu.
Osmanlı Devleti’nin toprak kayıplarıyla beraber küçülme sürecine girmesi, elde kalan Osmanlı topraklarına zorunlu göçe yol açtı. Bu bağlamda ilk kitlesel göç, Kırım’ın kaybına yol açan Küçük Kaynarca Antlaşması sonucunda gerçekleşti. Takip eden 150 yıllık süreç (1774-1923) küçülen imparatorluğun yoğun Türk ve Müslüman göçü almasıyla ve sorunlar yumağının artmasıyla devam etti. Balkanlar ve Kafkaslardan gelen göç dalgasının altından kalkmakta zorlanan devlet yeni arayışlara yöneldi. 19. yüzyıl, travmatik yenilgilerle göç dalgasının hızlanmasını beraberinde getirdi. Sayıları milyonları bulan insan Balkanlar, Kafkaslar ve Kırım topraklarından Anadolu’ya gelmek zorunda kalırken bir bölümü de o topraklarda öldürüldü. Savaşlar, yeni kurulan milli devletler ve etnik çatışmaların yol açtığı bu kanlı süreçte Anadolu toprakları yoğun göç alırken Ermeni Tehciri ve Türk-Rum nüfus mübadelesi de yaşandı. Dolayısıyla dışarıya nüfus aktarımı da gerçekleşti.
18. yüzyılın ikinci yarısından önce Osmanlı Devleti dış’a doğru iskan politikası uygularken, bu tarihten sonra iç’e doğru göç politikasına yönelmek zorunda kaldı. Yeni durum öncekinden oldukça farklıydı.
Kırım, Balkanlar ve Kafkasya’dan gelen göçlere rakamsal olarak bakıldığında şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır: 
1783’den başlayarak 1922 yılına kadar tahminen 1.8000.000 Kırım Tatarı Anadolu topraklarına geldi. Bunun ayrıntısını verecek olursak 1789-1800 arasında 500.00 Kırım Tatarı Osmanlı topraklarına göç etti. Bunu 1828-29 yıllarındaki Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında gelenler izledi. Çünkü yine bazı Osmanlı toprakları Ruslara bırakılmıştı. Büyük Kafkas göçü sırasında da (1860-64) 400.000 Kırım Tatarının Osmanlı topraklarına geldiği tahmin edilmektedir. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sırasında, Kırım’dan Balkanlara yerleştirilen Kırım Tatarları Anadolu’ya geldiler. İstanbul ve İzmir’in yanı sıra İzmit, Bandırma, İnegöl, Eskişehir, Ankara ve Konya gibi yerlere iskan edildiler.   

-1820-1920 arasında 600.000 Ermeni’nin Osmanlı Devleti’nden Rusya’ya ve 2.000.000 Müslüman’ın da Rusya’dan Anadolu’ya göç ettiği bilinmektedir.
-1820-1920 arasında 5.000.000 Müslüman Balkanlar ve Kafkasya’dan Anadolu’ya sürüldü; 5.000.000 Müslüman Balkanlar ve Kafkasya’da öldürüldü. 
-1877-78 savaşı sırasında da Ruslar, Kars-Ardahan bölgesini işgal ederek Müslümanları sürdüler ve onların evlerine Anadolu’nun diğer yerlerinden getirdikleri 70.000 kadar Ermeni’yi yerleştirdiler. 
-1895-1896 olayları sırasında 60.000 civarında Ermeni Kafkasya’ya geçti. 
-Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’daki 400.000 Ermeni ile Kafkasya’daki 400.000 Müslüman yer değiştirdi.

Mondros ve Sevr ile elde kalan son toprakların da elden çıkmasının kesinleşmesinin ardından yürütülen Milli Mücadele ile, Mudanya ve Lozan antlaşmaları imzalandı. Böylece elde kalan son toprak parçası vatana dönüştü. Kırım, Balkanlar ve Kafkaslardan gelenlerin gidebilecekleri sonra toprak parçası Anadolu idi. Eğer Anadolu da elden çıksaydı buradan başka gidecek yer yoktu. 
Bundan 100 yıl önce bağımsızlık savaşı yürütürken, savaşla birlikte diplomasi de yürütülmüş; ittifaklar kurulmuş, destekler alınmıştı. Bunlardan biri de Ukrayna idi. Tam 100 önce Ukrayna’nın kurucularından General Frunze Türkiye’ye gelmiş ve her iki ülke arasında Ocak 1922’de “Türkiye-Ukrayna Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalanmıştı. Milli Mücadele yıllarında Frunze’nin Türkiye’ye gelmesi Ukrayna ile ilişkilerin gelişmesine imkan sağladığı gibi Sovyetler Birliği ile de var olan sorunların çözülmesine, ekonomik ve askeri yardımların sağlanmasına imkan sağlamıştı. 
Bugün Batı dünyası, Yugoslavya'nın parçalanışını seyrettiği gibi Ukrayna'nın da parçalanışını seyrediyor. Malum yeni dünya düzeninde "küçük güzeldir" algısı var. Küçülen/küçültülen ülkeler kolay idare edilebilir. Büyük devletler de, pastadan paylarını alır. Ve elbette dökülen hep masumların kanı olmaktadır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen süreçte, Küçük Kaynarca’dan günümüze, 250 yıllık dönemde Anadolu’ya gelenlerin sığınabilecekleri bir toprağın, bir vatanın olmasının öneminin altını çizmek gerekir. Mondros ve Sevr sonrasında Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmamış olsaydı, göç edecek topraklarımızın olmadığı, Anadolu’nun hem bizler ve gelenler için “son kale” olduğu hatırlanmalıdır. Cumhuriyetin ve kurucularının kıymeti bilinmelidir. Onların koruyucu kanatları hala üzerimizdedir: Lozan ile Montrö ile…