Geçen gün ellerim dikkatimi çekti. Demek ki uzun zamandır bakmamışım. İrili ufaklı kahverengi lekeler iyice yayılmış. Şöyle öne doğru uzattığımda iyice kırışık görünüyorlar. Kağıdı buruşturup açarsın ya, işte öyle. Üzüldüm diyemem. En çok kahrımı çeken ellerim oldu yaşantım boyunca.

Küçücük bir çocuktum. Mandolin öğretmenim:

‘’Bu eller bu parmaklar müzisyen eli, ‘’  dediler ve müzik eğitimim oracıkta  başladı. Gitarın, udun, kemanın tellerine dokundum bir bir.

Üniversite tahsilimde en büyük görev onlara düştü. 1mm arasına bilmem kaç çizgi çizme sanatını öğrendim. Çizgilerden ev yapmayı öğrendim. Hayatı öğrendim. Hayatımı ellerimle kazandım ben.

Sonra da ‘yazma’nın büyülü dünyasında kalem oynattım. Sayfalar,  kitaplar doldurdum.

Bu eller kim bilir kaç ton soğan ayıklamıştır bu güne kadar? Kaç kilo salça yapmış, tarhana kurutmuş, turşu kurmuştur? Metrelerce hamur açmış, börekler çörekler döktürmüştür. Mesaisi çok, dinlenmesi yoktur.

Yorulmasın mı artık ellerim?

Bir de üstüne üstlük eller, hiç söze gerek kalmadan konuşan en derin ve en çok şeyi anlatan emektarlardır:

Ellerim başıma doğru dayanmış ise düşüncelerdeyim

Ellerim, alnıma doğru ise dertlerdeyim

Ellerim yanağımı avuçlamışsa şaşkınım

Ellerim birbirine kavuşmuş ise dinlemedeyim

Ellerim sana doğru açıksa beklemedeyim

Ellerim yumruk yapılmışsa sabırlardayım,

Ellerim havaya doğru ise isyanlardayım

Ellerim göğsümdeyse hasretlerdeyim.

Ellerim senin elindeyse, güvendeyim

Ve…
çok sevmekteyim.