Aralık ayı sonlarında Gaziantep’te yaşanan üzücü olay dolayısıyla sokak köpekleri konusu yeniden gündeme geldi. Genel olarak sokak başta sokak köpekleri olmak üzere, sokak hayvanların “imha”sı gündeme geldi ya da en azından sokak köpeklerin toplanarak barınaklara kapatılması istendi. Türkiye’de ne kadar sokak köpeği var? Birkaç yıl önceki tahminlere göre –eğer doğru ise- İstanbul’da 130 bin sokak köpeği, 125 bin sokak kedisi var. Türkiye geneli hesaplandığı sayının milyonun üzerinde olduğu tahmin edilebilir. Peki bu kadar sokak köpeğini belediye imkanlarıyla barınaklarda tutabilmek mümkün müdür? Sanmıyorum. Üstelik buraları uzun süreli yaşam alanı olarak uygun mudur? Yine sanmıyorum. 
Batı ülkelerinden örnekler verilerek sokak hayvanlarının barınaklarda toplanması öneriliyor. Batı’da sokaklarda sokak hayvanların olmadığı örneklerle anlatılıyor ve övülüyor. Bazı açılardan haklı olduğu düşünülse bile Batı ülkelerinde barınaklarda sokak hayvanları tedavi edildikten sonra 7-30 gün içerisinde (İngiltere’de 7, Almanya’da 29 gün…) sahiplenilmezse uyutuluyorlar, yani öldürülüyorlar. Batı medeniyetinin örnek alınacak pek çok noktası varken bu barbarca uygulamasının örnek gösterilmesi dikkat çekici. 
Sokak hayvanlarının imhasına ilişkin öneriler getirenlerin, Batı’yı örnek göstermesi ve ama diğer taraftan yerli ve milli oldukları iddiasında bulunmaları gözden kaçmamalı. Tarihte ecdadın sokak hayvanlarına ilişkini tavrı nasıl olmuştu? 
Reşat Ekrem Koçu, İstanbul köpeklerinden söz ettiği bir yazısında, Osmanlı döneminden söz ederken “Köpekler, insan tabakasının altında ikinci bir sınıf şehir sükkânı (sakini/halkı) addedilecek kadar çoktur” demektedir. Yine Koçu’ya göre, “Türkler bu hayvanları seviyorlar ve koruyorlar. Türklerden birçoğu öldükleri zaman vasiyetnamelerle bu köpeklerin beslenmesi için dolgun paralar bırakıyorlar. Abdülmecid onların hepsini Marmara adasına attırmış, fakat halkın söylenmesi üzerine geri getirtmeğe mecbur olmuş, köpeklerin dönüşü bir bayram gibi kutlulanmış, bununla beraber köpek, Kur’ana göre pis bir hayvandır; ve bir Türk eğer köpeği içeri alırsa evinin kirleneceğine inanır; îstanbulun sayısız köpeklerinin hepsi sahibsizdir”. Koçu’nun söylediklerinden farklı olarak günümüzde artık köpekler evlerde ya da evlerin bahçelerinde de bakılıyorlar. Bu köpekleri kimlerin baktığı ayrı bir konu. Beyaz Türkler mi? Tam olarak böyle olmasa gerek. Özellikle saldırı amacıyla kullanılan köpeklerin daha çok orta-alt gelir grubuna mensup insanlar tarafından gösteriş ya da tehdit, dövüş vs. amacıyla yetiştirildiği düşünülebilir. Sanırım öncelikle bu amaçla yetiştirilen köpeklere ilişkin önlem alınmalıdır. Bunların kayıt altına alınması, denetlenmesi ve sahiplerine ciddi yaptırımların getirilmesi bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. 
Koçu’nun sözünü ettiği ve 19. Yüzyılın ortalarında İstanbul köpeklerinin toplanarak Marmara’daki insansız adalara gönderilmesinin ikinci bir örneği İkinci Meşrutiyet yıllarında da gerçekleştirilmişti. Koçunun yazısında dikkat çektiği bir başka konu da o dönemde Müslüman mahallelerinde köpeklerin halk tarafından beslenildiği, daha iyi muamele gördüğü; Galata ve Beyoğlu gibi Hıristiyan semtlerinde ise kötü muamele gördüklerini, halk tarafından beslenmediği ve hatta zehirlendikleridir. Ne ilginç değil mi? Vicdan sahibi Müslüman ecdadı değil, Hıristiyanları, Batılıları mı örnek alacak muhafazakarlarımız?
Ercüment Ekrem Talu da Koçu gibi uzun yıllar önce yazdığı bir yazısında ecdadın, annelerin çocuklarına hayvan sevgisi aşıladıklarına vurgu yapmaktadır:
“Köpekler, o zamanki çocuk terbiyesinin üzerinde de müessirdi. Anneler çocuklarını bu hayvancıkları sevmiye alıştırarak, ufacık gönüllerinde, kendilerinden aşağı mahlûklara karşı şefkat uyandırırlardı”. 
Yine Talu, her evin ve hemen her kadının köpekleri beslemeye özen gösterdiğini belirtiyor:
“Her evin kapısında, ev halkının himayesine mazhar olmuş bir iki tanesi yatar, bekçilik ederdi. Kadınlar bunlara yemek artıklarını muntazaman verir, adlarile çağırdıkları vakit, onlar da kuyruk sallıyarak, yaltaklanarak gelir, munis bakışlar ile minnetarlıklarını belli ederlerdi. İçlerinde sakat olanlara, pek ihtiyar yahut pek yavru olup ta bakıma muhtaç bulunanlara fazla ihtimam gösterilir, hususî surette paparalar, tiritler yapılıp yedirilir, kışın üşümesinler diye atlarına eski çuval serilirdi”.
Köpek yavruları için süt alınıp verildiğini de belirten Talu’nun anlatım tarzı Koçu gibi keyifli: 
“Ne olacak? Sütün o tarihlerde okkası bir kuruşa idi. On beş, yirmi gün zavallı hoşhoşlara yarımşar okka süt içiren çocuk anası böylece büyük sevaba girdiğine ve bir sürü kaza, belânın önüne geçtiğine inanırdı. 
Esasen her atlatılan kazadan, sıkın tıdan, her geçiştirilen hastalıktan sonra köpeklere ekmek doğramak ta âdetti. İşin ehemmiyetine göre bir, iki. üç okka ekmek, sıkıntıya, kazaya veya hastalığa maruz kalan kimsenin üç defa başı üzerinde çevrilir sonra da parçalanarak köpeklere ikram edilirdi”. 
Yukarıda değindiğim üzere İkinci Meşrutiyet döneminde İstanbul şehremini (belediye başkanı) olan Operatör Cemil Paşa, İstanbul köpeklerini toplattırıp Hayırsız adalardan Sivri adaya sürmüştü. Sürgün işini belediyenin işçileri ve dışarıdan tutulan kişiler üstlendi. Köpekleri uzun kıskaçlar, ilmekli iplerle tutarak yakalıyorlar, ardından arabalarla sahile indirip Sivri adaya götürmek için teknelere yüklüyorlardı. Ancak bu işlemler genellikle geceleri yapılıyordu. Çünkü halk köpek toplayanlara hücum ediyor ve köpekleri serbest bırakıyordu. Ancak Cemil Paşa kararından geri adım atmadı ve Sivri adaya gönderilen köpekler için cehennem hayatı başladı. Bu aslında günümüzde barınaklara toplamaya/tıkmaya çalışmaktan çok da farklı bir uygulama değil. 
Talu şöyle devam ediyor yazısına: 
“Issız adada, aç, susuz, biribirlerini yiyerek can verdiler. 
İlk zamanlar, acı acı ulumaları, durgun gecelerde, Kumkapı kıyılarından duyuluyordu.. 
Bir kaç ay sonra sesler kesildi. Ada civarından geçen gemiciler bir mesafeye kadar sadece burunlarını tıkamak zorunda kaldılar.. Derken bu da bitti”.  
Sözünü ettiğim iki istisnai uygulama dışında ecdadın hayvan sevgisinin Batılı seyyahları bile şaşırttığını söylemek gerekir. Buna ilişkin bolca veri bulmak mümkün. 
Talu, yıllar önceki yazısını esprili bir dille bitirir:
“Şimdi İstanbul köpekleri tekrardan üremiye başlıyorlar. Yemin kefareti ödeyecek, baş göz sadakası verecek durumdaki kocakarılara müjdeler olsun!”
Peki çözüm ne?
Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ömer Varışlı’nın belirttiğine göre, Türkiye'de şu anda kayıt altına alınmış yaklaşık 800 bin sokak köpeği var. Varışlı’ya göre, “Bu zamana kadar belediyeler 1 milyon 200 bin kısırlaştırma yaparak kontrol etmeye çalışıyorlar ama dünyada en hızlı üreyenler köpek ırkları olduğu için kontrol etmek de oldukça zor. Şehirlerin büyümesiyle köpeklerin yaşam alanları da azalıyor. Onlarda gıdaya ulaşabilecekleri yerlere geliyorlar. Özellikle belirli bölgelerde, kalabalık yani sürü halinde dolaşmaları ciddi problemler oluşturmaya başladı. Aslında köpekler içgüdüsel olarak 3 nedenden dolayı saldırabiliyorlar. Birincisi gıdaya ulaşamama, ikincisi yavruları varsa onları koruma, üçüncüsü de güvenlik. Özellikle Kovid-19 sürecinde köpeklerdeki saldırganlığın da arttığı söyleniyor. İnsanların belirli bir süre içeriye kapanması, köpeklerle olan diyalogu azaltıyor. Köpekler aslında biraz daha yabanileşiyor diyebiliriz”. 
Varışlı, yakın dönemde 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'na bir madde eklenerek bazı köpek ırklarının yasaklanmasının doğru bir karar olduğunu ifade etti ve köpek saldırıları sonucu yaşanan ölümlerin % 70'inin pitbull cinsi köpeklerden kaynaklandığını belirtti. 
Sonuç olarak saldırgan nitelikteki köpek ırkların yetiştirilmesi ve bunların saldırı amacıyla eğitilmesi kesin bir şekilde önlenmeli, engellenmeli. Bu konuda hapis cezası da dahil olmak üzere ağır cezalar verilmeli. 
Belediyelerin veterinerlik birimleri, barınakları sokak hayvanlarını toplayıp kısırlaştırarak ya da tedavi ederek sokaklara geri bırakıyorlar. Ancak mevcut imkanlar ve bu işin topluca yapılmaması, sokak hayvanlarının sayısının artmasını engelleyemiyor. Çözüm olarak büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere, organize bir şekilde ve topluca sokak hayvanlarının kısırlaştırılması sağlanabilir. Bunun için kaynak ayırmak, personel ayırmak gerekir. İlçe belediyelerinin imkanlarının buna yetmeyeceği açıktır. Peki topluca ve istisnasız kısırlaştırma neticesinde ne olur? Tahminen minimum 5 maksimum 10 yıl içinde sokak hayvanları ortadan kalkar. Bu çözüm müdür? Tam olarak istediğimiz bu mudur? Ya da bu mu olmalıdır? Bunun da olmaması gerekir diye düşünüyorum. Sayı şüphesiz kısırlaştırma neticesinde azaltılmalıdır ama sayıları kontrol altına alınarak sokak hayvanları varlığını sürdürmelidir diye düşünüyorum. 

Kaynakça:
http://openaccess.marmara.edu.tr/handle/11424/120957/discover (Taha Toros Arşivi)
https://www.aa.com.tr/tr/gundem/sokak-kopekleri-suru-halinde-gezmeye-basladiklarinda-tehlikeli-oluyor/2457297