Topkapı filmini çeviren, ''The light of day'' isimli romanın yazarı Eric Ambler romanında bir Türk binbaşıdan bire bir dinlediği sözleri aktarıyor.
Ulu önder Atatürk Dolmabahçe'de hasta yatarken söyle der:
''Yaşarsam 15 yıl içinde demokrasiyi ülkeme yerleştirebilirim. 
Ölürsem üç kuşaklık bir zaman ister.''
Bu sözler ister doğru, ister yakıştırma olsun çok önemli bir gerçeği dile getirmektedir.
Eğer Atatürk yaşamış ve etkin gücünü çok sevdiği ulusunun üstünden çekmemiş olsaydı; 
On beş yıl içinde demokrasi yerleşmiş, gericilik de kökleriyle birlikte silinmiş ve ortadan kalkmış olacaktı ülkemizden.
O'nun ölümünden sonra özgürlük adına başlatılan gevşeme ve boş vermişlik, 
1950 yılında iktidara gelenlerin yobazlığa, dinciliğe ve tarikatlara yeşil ışık yakması, Ülkeyi neredeyse Cumhuriyet öncesi çağa itmeyi başardı ne yazık ki.
Ahlakın yerine din konulamaz, buna 'Yüce Güç olan Tanrı da' razı olmaz.
Birtakım insanlar dine sığınarak ahlaka ihtiyaçları yokmuş gibi davranıyorlar.
Biat edenlerin din adına, din uğruna diyerek yapmadıkları kötülükler kalmıyor.
Ve enteresandır bu özellikleri taşıyanlar, 
Suçlarının üstünü örtmek için sürekli birbirlerinin arkasında duruyor.
Din ile her şeyi eşdeğer tutanların planı; 
Kalmak, geldikleri yerlerden gitmemek olabilir.
Bir toplumun 'Psikolojik Dengesinin Sağlanması' dirayetli, deneyimli, güçlü siyasetçilere bağlıdır.
Eğer bir ülkede demokrasiden söz edilecekse siyaset eşit ve adaletli koşullarda yapılmalıdır.
Bir yanda sadaka kömür, makarna, para ve makam dağıtılırken, 
Diğer yanda Cumhuriyetin kazanımlarını, uygarlık düzeyini kaybetmemek için verilen uğraş ve toplumu aydınlatma çabası.
Aynı koşullarda siyaset midir bu?
Bir toplum haksızlığa, hukuksuzluğa ve yolsuzluğa duyarlı değilse o toplumun sorunları kolay çözülebilir mi?
Cebine göre oy veren insanlara; 
Gerçekleri, aydınlığı, hak ve adaleti anlatmak hiç de kolay olmasa gerek.