Türkiye’de aydın cinayetleri II. Meşrutiyet dönemiyle başladı. Bunun nedenlerinin başında dönemin çoğulculuğu karşısında iktidardakilerin muhaliflere tahammülsüzlüğü gelmektedir. Nitekim bu cinayetlerin başında gazeteci cinayetleri gelmektedir. Bunlardan ilki gazeteci Hasan Fehmi Bey cinayetidir (1909). Hasan Fehmi Bey ilk basın şehidi olarak kabul edilir. Onu 1910’da yine gazeteci Ahmet Samim cinayeti izledi. Bu, ikinci gazeteci cinayetidir. Bu cinayetlerin ardından ilk siyasal partilerin kurulduğu İkinci Meşrutiyet döneminde siyasal kutuplaşma giderek tırmandı. Babıali Baskını’nın ardından Sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa, muhaliflerce öldürüldü. İttihatçı-İtilafçı kavgası İkinci Meşrutiyet yıllarının ardından Milli Mücadele yıllarına kadar devam etti.

Milli Mücadele döneminde faili meçhul cinayetler olarak 1921’teki Mustafa Suphi ve 1923’teki Ali Şükrü Bey cinayeti akla gelmelidir. Bu cinayetlerin ardından ilk faili meçhul cinayet çok partili yaşama geçiş döneminde, Sovyet aleyhtarlığının ve anti-komünizmin yükseldiği bir ortamda gerçekleşen Sabahattin Ali cinayetidir (1948).

Sonraki on yıllarda anılması gereken cinayetler arasında 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden sürecin kilometre taşları arasında yer alan gazeteci, akademisyen, politikacı ve diğer mesleklerden aydınların öldürülmesi izlemektedir:

Doğan Öz: 24 Mart 1978.

Abdi İpekçi: 1 Şubat 1979.

İlhan Darendelioğlu: 19 Kasım 1979.

Cavit Orhan Tütengil: 7 Aralık 1979.

Ümit Kaftancıoğlu: 11 Nisan 1980.

Gün Sazak: 27 Mayıs 1980.

Nihat Erim: 19 Temmuz 1980.

Kemal Türkler: 22 Temmuz 1980.

Bu aydın cinayetleri, sağ-sol çatışması ve tırmanan terör, ekonomik sorunlar/kriz, istikrarsız hükümetler ve siyasal sistemindeki tıkanmışlık 12 Eylül askeri darbesinin kapısını açtı.

1980 sonrasında seri faili cinayetlerin başlangıç noktası Soğuk Savaş’ın bitişidir. 1980 öncesinde öldürülen aydınların seçiminde sağ ve sol çatışmayı tırmandırıcı bir şekilde seçimin yapıldığı dikkat çekmektedir. Soğuk Savaşın bitiş noktasında öldürülen aydınların ise sol/Kemalist çizgide isimlerden seçilmesi söz konusudur:

Muammer Aksoy: 31 Ocak 1990.

Çetin Emeç: 7 Mart 1990.

Turan Dursun: 4 Eylül 1990.

Bahriye Üçok: 6 Ekim 1990.

Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993.

Ahmet Taner Kışlalı: 21 Ekim 1999.

Necip Hablemitoğlu: 18 Aralık 2002.

Genel anlamda öldürülen aydınlar önemli kanaat önderleriydi. 1990’larda öldürülenler ise etkin, kamuoyunda ağırlıkları olan, Atatürk’ten yana, Cumhuriyet’ten yana isimlerdi. Bu isimlere faili meçhul olarak Ali Gaffar Okkan, Eşref Bitlis ve Musa Anter cinayetlerini de eklemek gerekir.

Sol/Kemalist çizgideki aydınlar o dönemde Atatürk ve Cumhuriyetin ağır saldırıya maruz kaldığı, İkinci Cumhuriyet tartışmalarının yapıldığı, siyasal zeminde ciddi destek gördüğü ortamda birer birer ortadan kaldırıldılar. O dönemde cinayetlerin ardından “Bir ölür, bir doğarız” dense de hiç de öyle olmadı, yerleri doldurulamadı. Cumhuriyeti savunanların öldürülmesi, Cumhuriyeti de savunmasız bıraktı (Ergenekon-Balyoz’dan 15 Temmuz’a kadar!). Post Kemalist (!) bir çağın, Ortaçağlaşmanın ve Ortadoğululaşmanın önü açıldı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı isimler köşe başlarını tuttular, kanaat önderi haline geldiler. Liberal-muhafazakar isimlerin saldırısı altında Kemalizm, Atatürk ve Tek parti dönemi düşmanlığı yapılırken Osmanlı ve Ilımlı İslam düşüncesi topluma zerk edildi. Günümüz Türkiye’sinin temellerinin o yıllarda atıldığını söylemek abartı olmayacaktır. Bu cinayetler “mertçe” değildi, “namertçe” idi; emperyalizmin içerideki aparatlarının ürünüydü.