Dün, beyaz dolu saçlarımı boyatmak için gittiğim kuaförde bana önceleri temizliğe gelen kadının küçük oğlunu gördüm. İnanamadım. Dünkü çocuk  Muhammed değil mi bu?  Boy olmuş 1.75-180… Bu  kadar sene geçti mi yani?? 
Buyurun saçınızı yıkayalım… dediğinde yüzüne baktım, şaşırdım.
Pırıl pırıl bir çocuk. 
Onun ailesiyle yollarım çok kez kesişti.
Hikayesi, her temizlikçi kadının aile dramı ile aynıydı.
Hiç çalışmayan, kumar oynayan,  evin kirasına, elektriğine, suyuna karışmayan, buna karşın marifet yapmış gibi bir de eve gelip önüne yemek, akşama yatak hizmeti isteyen bir insan müsveddesi baba ile yılları geçti ailenin…
Anne her zamanki gibi, ‘’bu defa düzelir mi ‘’ diye ümit kesmeyen, ‘’yuva, dağılmasın’’ teranesine takılı bir kadın… Seviyordu da.
Ama benim asıl anlatacağım bu çocuklar… Z KUŞAĞI çocukları dediğimiz.
Yaklaşık 7 yıldır, bulunduğum yerleşkede, her hafta sonu ve her yaz bu çocukları  her yerde gördüm ben.  Büyüğü 10- 12 yaşlarında, küçüğü de 7-8. 
Birinde evde analarının yaptığı turşu, salça ve içli köfteleri satıyorlardı. Bir ara, bahşiş karşılığı, Şok’a gidip, müşterilerin alışveriş sonrası ürünlerini paketlediler. Bu paketleri müşterilerin evlerine taşıdılar. Pazar sabahları, emsalleri annelerine ısmarladıkları kahvaltılarını gerine gerine  yataklarından sipariş verirken, onlar da kapı kapı ablalarına yaptırdıkları poğaça ve gözlemeleri sattılar. Bu işleri 10 -12 yaşlarındaki Özgür yapıyor, küçük Muhammed de, abisinin peşinde, yamak...
Bir gün sordum: Bu biriktirdiğin paralarla ne yapacaksın Özgür?
Çarpık dişleri ile gülerek, ‘’Dişlerimi yaptıracağım’’ diye yanıt verdi. İçim burkuldu. Kazandığı para beş altı kuruş. Diş tedavisi  5- 6 bin lira. Devlet hastanesinden annesine 7 yıl sonraya gün vermişler. Olsun! O, azmetmiş. 
Ben bu dramı görünce, belki diyerek…  bu sayfalardan okul arkadaşlarıma ve sizlere seslenmiştim:
‘’Devlet hastanesinde tanıdığı olan var mı,  randevu süresini biraz geri çekebilir miyiz?’’ diye.
Sevgili ACL li arkadaşım, güzel yürek, Dr. Remzi Ülgen’den den yanıt anında geldi. ‘Gelsin… Ben yaparım.’’
Bu ibretlik hikayeden sonra, Özgür’ün dişleri Hollywood tarzı oldu. Özgür uzun bir süre hafta sonları Remzi amcasının muayenehanesine işlerine  yardıma gitti. Sadece o mu? Ablası, kardeşi annesi, arada ona uğrayıp vefa borçlarına sahip çıktılar.
Özgür ilkokuldayken, öğretmen açığı olmuş. Onun sınıfına bir müzik öğretmeni atamışlar.  Adam, 4 sene çalıp söylemiş, çocuklara şarkı türkü öğretmiş. Çocuk orta okula geldiğinde, başta matematik, tüm derslerden debelenmiş. Telafisi  nasıl olsun?
Özgür, birkaç yıldır, dışarıdan meslek okuluna devam ederken, bir taraftan da  kuaförde, bu kez çırak olarak  haftalıkla çalışıyor. Erkek kuaförlüğü dalında pişti. Çok yakında usta belgesini alacak. O zaman bir dükkan açıp, bu Türkiye şartlarında bir çok üniversiteli akranından önce  hayata atılıp, daha çok kazanıyor olacak. Çünkü ülkede artık üniversite diploması çöp oldu.  Öncelikle herhangi bir ustalık belgesi günümüzde daha geçerli.
Gelelim aileye ve Muhammed’e
Birkaç yıl önce, annesi kocasını terketti. Çok iyi bir işe girdi. Abla Hemşirelik Yüksek okulunu kazandı. Muhteşem ve mutlu  bir aile oldular. Saçımı yıkarken Muhammed’e sordum:
- Sen de abin gibi kuaför mü olacaksın?_
- Hayır. Yazları boş geçirmemek için çalışıyorum
-Derslerin eskiden çok iyiydi. Şimdi?
-Çok iyi
-Buraya yaz tatili süresince mi geliyorsun?
-Evet 2 senedir geliyorum.
-Lise sonrası üniversite düşünüyor musun?
-Evet. Hukuk istiyorum.
-AAA. Ne güzel. Ezberin kuvvetli mi?
-Evet, hem de çok. Biriktirdiğim paralar bu seneki dershanem için.
-Annene hayranım. Sizleri çok iyi yetiştirdi. Biz, ise, şu anda şikayet etmekte olduğumuz, beğenmediğimiz ve çok eleştirdiğimiz Z KUŞAĞINI kendi ellerimizle böyle miskin ve hazırcı yetiştirdik. Annen gibi başarılı olamadık.
Çok akıllı bir yanıt verdi:
-Biz, şartlarımız öyle gerektirdiği için böyle olduk. Harçlık kazanmak için uğraşırken hayatı öğrendik.
O anlatırken aklıma geldi. Çoook yıllar önce Amerika’da varlıklı bir ailenin yanında okurken, evin dokuz yaşındaki oğlu, Şikago’nun o eksi 15- 17 derece soğuğunda, sabah erkenden yatağından kalkar, gazete dağıtmaya gider, sonra eve gelip okula hazırlanırdı. 
Evin kızı, bir restoranda servis gecikince, garsona biraz ters çıktı diye, Amerikalı baba kızına şöyle demişti:
‘’Garsonun işi zordur. Sabırlı olmayı bilmiyorsun, o halde bu yaz kendine bir kafede garsonluk işi bul ve yaz boyu çalış’’
Ben şaka yapıyor zannetmiştim. İçimden güldüm bir de… Oysa, kız kardeş, o yaz, okul biter bitmez, beline önlüğünü taktı  ve bir süre bir kafede çalıştı.
Oysa onlar, Muhammed’in ailesi gibi zorda değildi ki? 
Aile eğitiminin adıydı bu. 
Biz bu yöntemi o zaman da bilmiyorduk. Şimdi de bilmiyoruz... Her istediklerini yapıyor, her şeyi ellerine hazır veriyoruz. Kazanmayı, hak etmeyi hiçbir zaman öğrenmiyorlar 
Bir de duruma ve ortama uygun olarak, her yerde pedagog, psikolog, terapist. Onlardan medet umuyoruz. Çocukları sürükleyip duruyoruz… 
Bu şikayet etmekte olduğumuz Z  KUŞAĞI, elinden telefon düşmeyen, etrafında olup bitenle ilgilenmeyen, odasından çıkmayan, anti sosyal, tablet bağımlısı, internet sevdalısı  olmuş olabilir. 
Ama sorumluluk, sosyallik, çevreye duyarlılık, görev anlayışı, ailenin ve bir işin parçası olabilme yetisi ailede verilir. 
Ülkemizde eğitimin yerlerde süründüğü gerçektir. Öte yandan, toplum ve aile bireyleri, ‘anlayışlarını’ değiştirmedikçe, eğitim, sadece devlet nezdinde değil, aile elinde de yenilgiye uğrayacaktır. Her şeyi bozuk eğitim sistemine yıkmak kolaydır. Okulda eksik bırakılan bilgi, görgü, zamanla giderilebilir ama asıl olan hayat dersidir. Onun boşluğu hiç kapanmaz.
Kısacası hiç ümit yok.
Hangimiz kıyamadığımız çocuğumuzu, kış günü, sabahın köründe simit satmaya gönderebiliriz ki? 
Hem bizde ayıptır. Ele güne ne denir? Eş dost ne der?
Biz Z kuşağını eleştiri bombardımanına tutmadan önce,  bir aynaya bakmalıyız demekteyim.