İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinin yankıları halen sürüyor. Kamuoyunda yoğun bir şekilde eleştirilen ve İmamoğlu ile Nagehan Alçı’nın da içinde yer aldığı fotoğraf hakkında Fox TV'den İsmail Küçükkaya'ya konuşan İBB Sözcüsü Murat Ongun, "Biz bu tartışmaları önemsemiyoruz. Bu eleştiriler 200-300 kişinin kendi arasındaki yorumları, eleştirileridir" dedi.

Eleştiriler karşısında İmamoğlu,, "Başkalarının değirmenine su taşıdıklarının farkında olmayanlar da olabilir bunun içerisinde, farkında olup yapanlar da olabilir. Ama bu kardeşiniz için vız gelir tırıs gider. Hiç umurumda değil" diye tepki göstermişti. İmamoğlu bu tepkinin ardından özür diledi.

Geziye katılan Habertürk yazarı Nagehan Alçı kendisine ve İmamoğlu’na yönelik eleştirilere, "Bir gazeteci olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın seyahatine davet edildiğimde elbette kabul ederim. Bu gazeteciliğin bir gereğidir. Bu davete icabet ettiğim için bana ya da bu daveti yaptığı için Sayın Ekrem İmamoğlu'na hakaret edenler Ortadoğulu kabileci kafa yapısına sahip olduklarını kanıtladılar... Sadece CHP'nin angaje muhabirleri İmamoğlu tarafından davet edilsin istiyorlar. E o zaman eleştirdiğiniz iktidardan ne farkınız kaldı?" yanıtını verdi.

İmamoğlu, eleştirilerin ardından bu davetin bilinçli olarak yapıldığını ve devamının da geleceğini söyledi ve "Bugün Nagehan Hanım gelmiştir, yarın örneğin Abdulkadir Selvi'yi davet etmek istiyorum. Çünkü beni, iki yıldır bir görevli gibi Genel Başkanımla kavga ettirme çabasında bir insan" dedi. Buna Selvi’nin yanıtı “İmamoğlu davet ederse kabul etmeyeceğim” oldu. Selvi’nin gerekçesi, bir davetin bu şekilde yapılamayacağı ve Cumhurbaşkanlığı konusunda tartışmaların içerisinde yer almamaktı.

Olayın gelişimi özetle bu şekilde. Nagehan Alçı hakkında İmamoğlu seçmeninin tepki göstermesine şaşırmamak gerekir. Nagehan Alçı, iktidar kanadı içerisinde yer alan ve muhalefet kanadında hemen hiç sevilmeyen bir isim, antipatik. Üstelik TSK mensupları ve eşleri yaptığı paylaşım hala hafızalarda ve unutulacak gibi değil. O paylaşımda Alçı, “Bizim askerlerin eşleri ve sevgilileri de güneydoğu’daki gaziler için maarif takvimine soyunsun!” demişti. Bu paylaşımın 2003’te Türk askerlerinin başına Irak’ta çuval geçirilmesinden bir farkı yoktur; yani o ölçüde aşağılayıcı bir davranıştır.

Bir ülkenin düşmanlarının ilk hedeflerinin başında, o ülkenin ordusu gelir. Tarihten bir örnekle anlatayım. 1918’de Mondros sonrasında terhis edilen ordunun subayları hem işbirlikçi İstanbul hükümetinin hem de başta İngilizler olmak üzere işgal güçlerinin baskısı altındaydı. Bekirağa bölüğüne tutuklanarak gönderilenleri Malta’ya sürgüne gönderilenler izledi. Dönemin kanaat önderleri ve subayları ciddi itibarsızlaştırma ile karşı karşıya idi. Bu durumu Atatürk, Temmuz 1920’de Afyon’da ziyaret ettiği subaylara şöyle anlatır:

“İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar.

Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.

Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz”.

Dolayısıyla ordunun aşağılanmasına girişenlerde iyi niyet aramamak gerekir.

Gelelim Karadeniz gezisi sırasında yapılan hataları, yol kazasını sıralamaya:

  • Öncelikle İBB sözcüsü Ongun’un eleştirileri küçümsemesi, 200300 kişiye indirgemesi, kabul edilebilir bir davranış değil. Üstelik resmi bir açıklamayla değil İsmail Küçükkaya’ya söylenmesi de yerinde değil diye düşünüyorum. Bu Muharrem İnce’nin Küçükkaya’ya “Adam kazandı” mesajı gibi bir şey.
  • Yukarıda saydığım nedenlerle Nagehan Alçı değil de iktidara yakın başka bir gazeteci de çağrılabilirdi. Daha az antipatik biri davet edilebilirdi.
  • Çekilen fotoğrafta İmamoğlu’nun karşısında Alçı oturtulmayabilirdi ya da onun oturmadığı başka bir fotoğraf servis edilebilirdi.
  • “Vız gelir, tırıs gider” ifadesinin de yakışmadığını söylemek gerekir. Bunun yerine pekala şu sakin ve mantıklı açıklama yapılabilirdi: “İktidar hep kendine yakın gazetecileri çağırıyor, muhalif gazetecilere yer verilmiyor. Biz ayırım yapmadan iktidara yakın ya da muhalefete yakın diye ayırmıyoruz. Türkiye’nin artık bu siyasal kutuplaşmayı bitirmesi gerekir. Buna öncülük etmek istiyoruz…” Bu açıklama da muhtemelen tepkileri dindirmezdi ama herhalde ateşe benzinle gidilmemiş olurdu.

Sonuç olarak İmamoğlu’nun iktidara yönelik “kimseye hakkımı yedirmem, kimsenin de hakkını yemem” şeklinde tavrı kendi seçmen kitlesinde karşılık buluyor ve karizmatik görülüyor. Ancak Karadeniz gezisi sürecinde yapılan zincirleme hataları telafi etmek yerine, kendi seçmen kitlesine yönelik çıkışı kendisiyle ilgili –en azından şimdilik- endişelere yol açmış görülüyor. Hiç şüphesiz Türkiye’de yeni bir dönem açmak isteyenlerin siyasal cepheleşmelerden, azarlamalardan, küçümsemelerden yorgun kitlelere karşı daha kucaklayıcı olmasına ihtiyaç var. Aksi takdirde mülteci krizi ve ekonomik kriz dolayısıyla tırmanan tansiyon karşısında kitlelere nefes alacak ve umut olacak bir alan kalmıyor. Oysa umudu tüketmemek gerek.