Bizler radyo dönemi çocuklarıyız ya.
Çoğunluğumuzun kulağı seslere çok duyarlıdır.
Dünyaca ünlü klasikleri, ‘Arkası Yarın’ programında, sobanın başına ailece geçip dinlerdik. TRT Radyosu spikerinin tok sesi ile  "Reji: Ertuğrul İmer, Efekt: Korkmaz Çakar..." dediğinde odada herkes susar, pür dikkat kesilir....Ve Radyo Tiyatrosu başlardı.
Seslendirmeler o kadar canlı, efektler öylesine muhteşem olurdu ki, hangi eserin hangi sahnesi kurgulanmışsa,  kendimizi orada, olayın içinde hisseder, heyecanına  kendimizi kaptırırdık.
 Romandaki aşkı canlıymış gibi izler, sevgi sözcüklerini, ‘esas kız esas oğlan’ diyaloglarını ağzımız açık dinler, hayallere dalardık.
Yıllar geçti. Ben çocukluktan genç kızlığa geçtim.
‘’Bir gün….
Bahçelievler’den Kızılay’a gitmek için dolmuşa bindim. Bir iki durak sonra, arkadan bir el kibarca omzuma dokundu.  Yavaşça:
‘’Şu parayı uzatır mısınız? Cebeci’de ineceğim.’’ Dedi.
Birden irkildim! Kalbim deli deli çarpmaya başladı. Nefesimi tuttum. 
Bu o! Raskolnikov! Evet. Romanoviç Raskolnikov !
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanından çıkmış, gelmiş bizim Bahçeli dolmuşuna binmiş !
O sesi nasıl tanımam ben?
Semih Sergen bu.  Önce sesine, sonra da sahnelerde izlediğimde kendisine  platonik aşkla tutulduğum adam. 
Nefesi ensemde, heyecandan ellerim ter içinde. Utanıyorum. Dönüp bakamıyoruım.
Kızılay’a geldik, geçtik. Ben inmedim. İnemedim.
Belli ki o, Cebeci’deki konservatuvara gidiyordu.
O içimi burkan tok  sesiyle: ‘’ Şurada durun, ineceğim’’ cümlesini duymak için,  ben de onunla Cebeci’ye kadar gittim. ‘’
Bana, sadece bir yüze değil; bir karaktere, dil  kalitesine ve yürek delici bir sese de aşık olunacağını öğreten adam.
Platonik sevgilim, aşkım, rüyalarımın prensi  SEMİH SERGEN  çiçek bahçelerinde uyu.